14 Şubat Sevgililer Günü. O güne pek meraklı Bridget Jones'un dilini iki satırlığına ödünç alacak olursam: Sevgili Günlük. Kilo: 55. Sevgili:0. (Sevgilim olsaydı bu gece sürebileceğim) kırmızı rujların toplamı: 25. Amma velakin ben, Bridget Jones değilim. Bu tip kasıntı günlerde tam aksi yöne sapan biriyim. 'Valentaynım olmasın Valentinom oldukça' der, hiçbir orgazmın yanaklarıma veremeyeceği kızarıklıktaki NARS Lovejoy allığımı sürer, kirpiklerimi şöyle bir kırpıştırır, ilk atladığım uçakla Paris'e giderim. Orada tüm günümü güzel adreslerde, güzelliğin büyüsüne kapılarak geçiririm. Yanımda havalara bakacak, önce biraz söylenecek, sonra bir kafede mola vermek isteyecek yıllanmış bir sevgilinin nazını çekmek yerine, Frédéric Malle'in 37 Rue De Grenelle'deki kapısını çalar, sırasıyla Carnal Flower, Noir Epicés ve Portrait Of A Lady'i dener, sokaktan geçen yakışıklı bir Fransıza fikrini sorarım. Biraz flört ettikten sonra pusulam Colette'i gösterir. Rodin Olio Lusso, artık kült ürün muamelesi görüyor. İçeriğindeki 11 farklı yağ, antioksidan, mineral ve vitaminler açısından zengin. Ambalaj, minimalist ve çok şık. Alıyorum. Le Labo'ya ait bölümde de oyalanırım biraz. The Detergent Santal 33, alabileceğim en lüks, en saçma ve bu yüzden de en güzel şey! Le Labo'nun en sevdiğim esansını taşıyan bir çamaşır deterjanı. İsmini SUPER koyacak kadar iddialı bir markayı da es geçemem: 3-Minute Facial With Ginger, 3 dakikada cildimi yenilemeyi vaat eden bir maske. Tam kasaya doğru giderken klasik Carmex Lip Balm'u da atarım sepete.
Marais'de azıcık gezinip L'Artisan Parfumeur'ü de ziyaret ettikten hemen sonra heyecanla saatime bakarım. Oh mon dieu!!! Cildi en güzel (ve belki de bu yüzden) en ukala Fransız kadınının bile randevu almak için taklalar attığı cilt bakım uzmanı Joëlle Ciocco ile olan randevumu neredeyse ıskalamak üzereyim. Yüksek topuklar anında terk edilir ve çantanın içinden iki adet hızır Repetto yetişir imdada. Koş Forest Koş!!! Ta nerelerden kalkıp geldim diye anlayış gösterir Joëlle, iki kıvırcık saçlı kadın seans sonrası azıcık sohbet de ederiz. Ben ona İstanbul'dan gül suyu ve acı badem yağı göndermeye söz veririm.
Sonraki durağım Sephora. Bizde neden satışa sunulmadığını bir türlü anlayamadığım Clarisonic'ten bir adet edinirim. Tüm alışverişim boyunca alıp alacağım tek elektronik alet. Uslu Airlines'ın uzay aracı taklidi yapan cihazına bile dayandım, almadım Colette'ten. Café De Flore'da bir espresso. Hop! Yola devam. Aēsop'un mimarisiyle kalbimi çelen/delen/geçen mağazası Saint-Honoré'de. Dört bir yanımı çeviren, duman rengi ahşabın ismi Victorian Ash. İşte bunu duyduğu zaman birazcık da olsa etkilenecek bir sevgili olmalı yanımda! Tam 3500 minik parça, elle kesilmiş, işaretlenmiş ve yerleştirilmiş. Karmakarışık düzeni bu detaylı işçiliğe borçluyuz. Camellia Nut Facial Hydrating Cream, Parsley Seed Facial Cleanser, Wild Lime Hair Polish'in kokusu da dokusu da ambalajı da şahane.
Hayal bu ya, François Nars'tan da bir randevu almayı başarmışım. Bana makyaj yapmayacak. Onunla bir barda buluşup Martini'lerimizi yudumlarken makyajdan, ilham perilerinden ve bir sonraki koleksiyonundan bahsedeceğiz. Gece otelime saat kaçta dönerim bilmiyorum, bu sohbet fazlasıyla uzun sürer. Keşke dönüş biletimi biraz daha geç bir saate alsaydım!
Havaalanına giden taksiyi dramatik bir hareketle durdurup kocaman bir eczanenin önünde inerim. Bana Eucerin Aquaphor lazım. Embryolisse Lait-Créme Concentré ve Créme Hydratante a' L'Orange lazım. En pahalı kremler raflarında diziliyken tüm cool kadınlar bunları kullanıyor. Saçlarım güzel, çabuk ve sağlıklı uzasın diye modellerin birbirine backstage'de fısıldadığı Viviscal bitkisel takviyeden almam lazım bir de.
Fransızcadan başka dil konuşmayan ama yine de bir şekilde anlaşmayı başardığım taksi şoförü, yüzünde kızgın bir ifadeyle saati gösterir o sırada. Uçağımı kaçırmama ramak var. O da ne?! Serge Lutens'ın rüyalarıma giren ultra-şık butiğine uğramadım! Halbuki Feminité Du Bois'yı ilk kokladığım günden beri bunu hayal ediyorum. Taksici tek bildiği İngilizce kelimeyi haykırır: "Impossible!!". Bense bu dramatik anı ikiye katlarım. Catherine Deneuve ve Sophia Loren arasında kararsızlık yaşayan bir ifadeyle cevap veririm: "Impossible n'est pas Français."
Bu yazı XOXO Şubat sayısında yer almaktadır.
ne kadar keyifli bir yazı olmuş, hoop diye bitti. hayal kurmak güzel şey diye boşuna demiyorum ben ;)
ReplyDeleteEğer ki Paris'e gitmeden önce bu yazıyı okumuş olsaydım kesinlikle ve kesinlikle Paris seyahatim mükemmel geçerdi.. Şimdi işin yoksa bi seyahat daha ayarla :S
ReplyDeletecok eglenceli yazmissiniz, boyle bir tur yapasi geliyor insanin. Paris'in gurme tarafina bakmak isterseniz muesseseninikrami.blogspot.com a beklerim :)
ReplyDelete