29.4.11
İşte ben buna çok güldüm
Butter London, bugün Prens William'la evlenecek olan Kate Middleton şerefine işte bu ojeyi yaratmış. İngiltere'de son ayların en büyük çılgınlığı ve marketing projesi haline gelen düğün, böylelikle güzellik dünyasına da sıçramış. Ojenin adının 'No More Waity Katie' olması da tesadüf değil tabii... bir de bakmışsınız sabreden derviş... saraya erermiş... ?!
İngilizlerin kraliyet ailesiyle açıktan açığa dalga geçmelerine ve bunu da keyifli bir mizahla yapıyor olmalarına bayılıyorum. Bu arada ojenin rengi fümeli ve simli bir mor. Katie'cimin tırnaklarına zarif bir french yaptıracağını düşünüyorum ama belli mi olur... belki de halkı bu aykırı ojeyle selamlar kendisi...
27.4.11
François Nars der ki: "Makeup Your Mind Express Yourself"
Daha önce şu yazımda bahsettiğim François Nars'ın 'Makeup Your Mind' kitabının ikincisi çıkmış. Bu haberin beni ne kadar mutlu ettiğini anlatmama gerek var mı? Rizzoli yayınlarından çıkan 273 sayfalık ikinci kitap, ismi ve cismiyle bir devam niteliğinde: 'Makeup Your Mind Express Yourself'. Kütüphanenizde değil makyaj masanızın üzerinde bulundurmanız gereken yeni bir hazine. Bir sürü öncesi, sonrası ve ortası fotoğrafları ve bu fotoğrafların hangi NARS ürünleriyle nasıl uygulanacağı konusundaki bilgilerle dolu!
Örnek:
Sonuç: İstiyorum. Sipariş vereceğim. Derhal. Hatta şimdi.
Pastel ve fosfor
Pek sevgili arkadaşım, harikulade dünyasını şu adresten takip edebileceğiniz, ELLE Türkiye editörlerinden Seda Yılmaz, kendisine doğum günü hediyesi olarak takdim ettiğim pastel ilkbahar ojelerini kullanmaya başlamış bile. Bana iki güzel fotoğraf göndermiş, bir de şöyle bir not düşmüş: "Karar verdim her hafta bir renk süreceğim. Bu arada sürümü çok kolay, ojelerimi kendi kendime sürüyorum çoğunlukla, manikürcü sevmiyorum. Kendin pişir kendin ye'ciyim :) Bir de çok çabuk kuruyor. Ayrıca şişe ebatlarının küçük olmasını da çok sevdim çünkü o koca koca oje şişelerini hiçbir zaman bitiremiyor insan ve ortalık oje şişesi mezarlığına dönüyor. Bak sana küçük bir review bile yaptım, tekrar çok teşekkür ederim beni Sephora ojelerle tanıştırdığın için!"
Sephora'nın ojelerini (hem manikürsel hem de dekoratif anlamda) çok seviyorum ben de. Kolay sürülüyor, asetonla çıkarmak istediğinde kolay çıkıyor ama soyulmuyor. Ayrıca o minik şişelerin her birinden birer renk alıp bir duvara dizmek istiyorum! Öylesine güzeller.
Seda'nın hediye paketinden çıkan renkler (en üstteki fotoğrafa bakabilirsiniz) şunlar:
Sugar Coated (genelde French manikürde kullanılan sağlıklı, pembe tırnak rengi)
Yellow Umbrella (sapsarı ve harikulade bir renk)
Let's Dance (her mevsim favorilerimden biri olmaya devam eden, masum bir lila)
Teeny Bikini (nil yeşili)
İşte pembeleri hatırlayamıyorum... bir tanesi fuşyanın en canlı tonu, diğeriyse pastelimsi bir mercan rengiydi...
Bir eksik ya da bir fazlasıyla bu ojeler, aynı Sedacığım gibi ruhunda pastel ve fosforu aynı anda büyük bir zerafetle taşıyabilen kadınlar için.
Yaa, işte böyle...
26.4.11
Çıkardıkça güzelleşir makyaj
Stylist Lisa Marie Fernandez, en sevdiğim güzellik bloglarından biri olan Into The Gloss'a makyaj rutinini anlatırken şöyle demiş: "Geceleri yüzümü yıkamıyorum, neden biliyor musunuz? Akşamdan kalma eyeliner'ın görüntüsüne bayılıyorum. Bir gece öncesinden kalma saç ve makyaj… İşte bunu hiçbir makyör baştan yaratamaz." Okuduğum bu cümle aklımın bir köşesine yerleşiyor. Sonra başka bir andayım. Büyük ekranda Keira Knightley, 'Atonement'ta -galiba yine en çok biz kadınların aklını çalan ve çelen- muhteşem bir güzellikte, makyaj masasının önüne oturmuş, özenle kırmızı rujunu sürüyor. Aynaya bir bakış fırlattıktan sonra, çizgisi çizgisine doğru sürülmüş rujunu şöyle bir siliyor. Artık hiçbir şey bir saniye önceki kadar mükemmel değil ve işte belki de bu yüzden her şey çok daha güzel. O kırmızılık yerini tatlı bir pembeliğe bırakıyor. Sanki Cecilia ve Robbie uzun uzun öpüşerek o ruju tüketmiş… sanki kırmızı ruj, filmin o sahnesine kadar bu kıvama gelmeyi sabırsızlıkla beklemiş gibi…
Önemli bir geceye hazırlanırken eğer ki usta bir makyörü tercih etmişseniz, neden sizi bir an önce makyaj masasının başına oturtmak ister? Çünkü makyajın yüze yerleşmek için zamana ihtiyacı vardır. O gecenin fotoğraflarına bakarken, neden tam ortasına denk gelen bir anda yüzünüzün en güzel halinde olduğunu düşünürsünüz? Çünkü makyajın yüze yerleşmek için 'sandığınızdan daha fazla' zamana ihtiyacı vardır. Ertesi sabah uyandığınızda (onayladığımdan değil ama diyelim ki çok üşendiniz ve bir kerelik makyajınızı silmeden uyudunuz) gecenin biriktirdiği fazlalıkları şöyle bir temizledikten sonra neden yüzünüzü yıkamaya kıyamazsınız? Çünkü bir gece önce makyajınız yapılırken olmasını istediğiniz her şey, şimdi oradadır: Gözleri belli belirsiz çevreleyen göz kalemi, dudaklarda hafif ve mahmur bir pembelik; ultra-siyahlığını geride bırakmış, sanki doğal ve gür kirpiklere sahipmişsiniz yanılgısına düşüren maskara. Sizin yüzünüz… ama çeyrek makyajlı.
'Eau de Parfum' dünyasında da benzer bir tablo söz konusu: Kokunuzun sokaklarda geçen bir günün sonuna doğru, rüzgar tarafından hırpalandıktan, tene iyice karıştıktan sonra daha da güzel kokması ve kendini en beklenmedik anda hatırlatması çok mu farklı sizce? Parfümün esansa dönüştüğü, tarafımızdan daha da sahiplenildiği, bundan başka bir şekilde kokamazmışız gibi hissettiren o an, çok tatminkar değil mi? 'Ne kokuyorsun' sorusunu yok eden, yerine 'ne güzel kokuyorsun'u getiren bir an o.
Sanki evrenin sırrı buymuş ve benim de çözmem gerekiyormuş! Lisa Marie Fernandez'in itirafıyla başlayan düşüncelerim bir güzellik iddiasına, gereksiz yere üstüme aldığım bu sorumluluk ise dört bir yana fırlattığım ve Naz'a isabet eden soru oklarına dönüşüyor: Çıkardıkça güzelleşir mi makyaj?
- Naz sence çıkardıkça güzelleşir mi makyaj? Haydi deneyelim. Sen en ağır, en havalı makyajını yap. Mönüde kırmızı ruj da olsun, siyah eyeliner da olsun, ölümüne maskara da olsun. Hatta biraz far bile sür. Sonra silelim. Bakalım nasıl oluyor…
- Salı sabahı bana gel. Önce kahve ardından makyaj. Sonra sileriz.
Fotoğraflarda gördüğünüz Naz Dipçin, ne moda ne de güzellik dünyasına yabancı. Benimle de senelerdir tanışıyor. Bu tanışıklığın suç ortaklığına dönüşmesinde, Naz'ın bir kadını güzelleştiren her şeye duyduğu büyük ilginin de payı var elbet. Bir editörden bahsederken bu halleri 'mesleki deformasyon' olarak vaftiz edersem (ki şu an etmiş bulundum) haksızlık olmaz sanırım. Kahvemizi içtikten sonra Naz, makyaj masasının başına geçiyor ve tam istediğim dozda, yoğun bir makyaj yapıyor. Makyajın, fırından yeni çıkmış hali de oldukça göz alıcı. Ancak ne zaman ki yağlı bir temizleyiciyle, cildine dokunmadan gözlerini ve dudaklarını hafif darbelerle temizliyor, işte o zaman her şey daha da güzel oluyor. Demek ki Keira'ya ait bir manevra değilmiş bu. Hepimiz yapabilirmişiz.
İhtiyaç listesini ikiye ayırmak gerekiyor: "M.Ö" ve "M.S". Makyajınızı yaparken, yani "M.Ö" döneminde mükemmel bir baz oluşturmanız önemli. Ne de olsa yarısını sileceksiniz. Fondöten ve pudranızın ardından, asla çıkmayacakmış gibi duran bir göz kalemi ve eyeliner (Estée Lauder Double Wear Stay-In-Place Eye Pencil, Benefit BADgal Waterproof Liner'ın siyah ya da antrasit rengi), kıpkırmızı bir ruj (Chanel Rouge Allure No:58 Audace ya da sıkı bir Givenchy kırmızısı) işinizi görecektir. Makyajınızı geriye sararken iddialı bir pamuk stoğu dışında, yağlı yapıda bir göz makyaj temizleyicisine (Sephora, NARS ya da Lancome'un kült ürünü BI-FACIL) ihtiyacınız olacak. Göz makyajınızı silerken, alt kirpik dibindeki kalemi tamamıyla yok etmemek önemli. Göz kapağını da fazla zorlamayın. 'Bu makyaj temizleyici çok kötü, makyajımı çıkarmıyor' dedirtecek bir performans bekleniyor sizden. "M.S" safasına geldiğinizde, birkaç minik dokunuşla yüzünüzü sanki hiç ellenmemiş gibi göstermelisiniz. Dudaklarınızın etrafında oluşan kırmızılıkları bir kapatıcı yardımıyla örtüp, pamuk ve kağıt mendil darbeleri sonrasında kuruyan dudaklarınızı lip balm'la (Erborian, Burt's Bees ya da eskilerin bir numaralı nem kaynağı vazelinle) nemlendirin. Böylece kırmızı rujdan geriye kalan pembelik canlanacaktır. Yüze parlak bir görüntü kazandıran krem aydınlatıcı (NARS Copacabana Illuminator) ya da hafif yapılı bir renkli bir nemlendiriciyle (Benefit You Rebel Lite Tinted Moisturizer) doğal görünümünüze bir doz parlaklık katabilirsiniz.
Siz sıfır makyajlı halinizle zaten böyle mi görünüyorsunuz? O halde kendinizi benim kıskanç bakışlarımdan koruyarak kapıyı çekin ve yanınıza bir tane bile makyaj malzemesi almayın!
Sevgili 10dakika'cılar bu yazının orjinalini XOXO'nun yeni sayısında okuyabilirsiniz. Aslen dergi için yazdığım bu makyaj macerasını, buraya Naz'ın fotoğraflarıyla koymadan edemedim. Şu altta gördüğünüz kareyi de çok sevdiğim için onu da ekledim. Ne de olsa burası 10dakika, her şeyi yapmaya hakkımız var!
25.4.11
'Pastellerin mutluluğu' için fırça seçiminize dikkat!
Ah 'happy pastels' ah... Bahar bir türlü gelemedi ki. Biz bir türlü (tam olarak) o ruh haline bürünemedik ki... Yoksa şu yukarıdaki toz bulutu lilalardan, nil yeşillerinden, mercanlardan sürmek istemez miyiz?!
Sephora'nın bahar makyaj koleksiyonu bir yana, esas fırçalara bayıldım ben. 'Professional' kimliği altında piyasaya sürülen yeni fırçalar, gerçekten çok başarılı. Hali hazırda 'angled blush' (açılı allık) fırçasını, concealer (kapatıcı) fırçasını ve en tombul pudra fırçasını kullanıyorum. Angled Blush ile yüze boyut kazandırmak da kolay. Tek yapmanız gereken fırçayı doğru tutmak ve şakaklarınıza doğru ileri geri hareket ettirmek. Eğer ki toz far, allık ve pudra kullanıyorsanız, fırçayı ambalaja değdirdikten ve bir süre orada gezindirdikten sonra yere doğru şöyle bir sallamanızda ve ürünün fazlasından yüzünüze değdirmeden önce kurtulmanızda fayda var. Böylelikle daha doğal bir görünüm oluşacaktır. Kapatıcıyı da fırçayla sürmeye başladığımdan beri farkı görebiliyorum. Bugüne kadar parmaklarımı kullanmakla sanırım hata etmişim...
Bir diğer favori ürünüm de Lash Amplifier. O da nedir diye soracak olursanız şu altta gördüğünüz obje. Rimelin göz kapağına bulaşmamasını sağlıyor. Maskarayı sürerken bir ucunu kirpiklerinizin altına yerleştiriyorsunuz. Bir diğer ucu da maskara fazla uygulandığında kirpiklerde oluşan topaklanma ya da yapışma gibi sevimsiz vaziyetlerle ilgileniyor. Nasıl mı? İncecik uçlu metal tarağıyla onları ayırıyor, istenmeyen maskaradan hemen kurtulmanızı sağlıyor. Önemli olan ikinci işlemi, maskaranız tazeyken yapmanız. Kuruduktan sonra taradığınızda etkisi o kadar da güçlü olmayabilir. Bir de maskara sürdükten sonra kirpik kıvırma konusunu da çok faydalı buluyorum ben. Abartılı bir etkinin peşindeyseniz, mutlaka deneyin.
24.4.11
22.4.11
Bugün başladığım 31. yaşıma kadar işte şunları öğrendim
- Her zaman doğal olanı tercih ettiğimi, esmer bir kadının saç diplerinin her daim orjinal renginde kalması gerektiğini (e tabii haklısınız, şu yukarıdaki resimlere bakıp diyebilirsiniz ki 'ne işin var kafanda mor boyalarla bir yıkama koltuğunda o zaman', ama işte ismi blue silver olan o mor şampuanı sizlere göstermeden edemedim, ayrıca doğal saç rengi konusundaki fikirlerim o koltuktan kalktıktan sonra daha da güçlendi)
- Kırmızı ruj ve maskaranın gücüne başka hiçbir makyaj malzemesinin sahip olmadığını
- Öte yandan concealer (göz altı kapatıcısı) dediğimiz şey olmadan da hayatın geçmediğini
- Abartılı pembe yanakların (hani Barbie bebek misali) bana hiç yakışmadığını
- Pilates'in bir insanın kendine yapabileceği en büyük iyilik olduğunu (bunu ne yazık ki otuzuncu yaşımda öğrenebildim ancak...)
- Bir cilt bakım ürünü hakkında kesin karara varmak için ona zaman tanımak gerektiğini
- Cilt bakımının makyajdan çok ama çok önce geldiğini
- En pahalı ve en sofistike şampuanın bile Pantene kadar olamadığını
- Asla tek bir parfüme sadık kalan o çok özendiğim kadınlardan biri olamayacağımı
- Güzellik dünyasında da diğer her şeyde olduğu gibi 'zorlama' şeylerin sırıttığını
- Takma kirpik tak(a)mayacağımı
- Ekstra spreyli düğün topuzlarına her daim şaşkınlıkla bakacağımı
- Rakamlar üçe vurdu mu göz kremi vaktinin gelmiş de geçiyor olduğunu
- Güneş ışınlarından mutlaka korunmak gerektiğini
- Yine çoğu şeyde olduğu gibi güzellik halleri konusundaki en dürüst fikirlerin de annelerimizden çıktığını, öte yandan en doğrusunu yine kendimizin bildiğini (keh keh keh)
- Yağlara karşı özel bir zaafım olduğunu (badem yağı, susam yağı, bakım yağı gibi gibi...)
- Nasıl göründüğümüzün ne yediğimizle çok ilgisi olduğunu
- Soğuk su şoklarının hem vücuda hem de yüze çok iyi geldiğini
- Yıkanmadan, biten bir günün ardından sıkılan parfümün çevreye en büyük zarar olduğunu
- Hiçbir zaman mükemmel görünemeyeceğimizi ve bunun da çok iyi bir şey olduğunu
- Bakımlı olmak ve kokoş olmak arasında büyük fark olduğunu
- Güzellik dünyasında en etkili yöntemin (yine her şeyde olduğu gibi) deneme-yanılma olduğunu
Ve her gün yeni bir şeyler öğrenmeye devam ediyorum. Sanıyorum en güzeli de bu zaten.
19.4.11
Beauty Bomb
Sanki bir yerlerde Tom Jones, ekstra solaryumlu teni ve daracık gömleğiyle mikrofona yapışmış ve gırlıyor: "Sex Bomb, sex bomb, you'rrrrrrrr my sex bomb..." Oysa ki Natalia Vodianova'yı taçlandırmak istediğim ünvan, güzellik bombası. Kendisinin moda dünyası ve Rusya tarafından önümüze atılan en gerçek, en katkısız ve rüştünü en ispat etmiş güzellik olduğu kanısındayım. Siz ne düşünürsünüz, bilmem. Kalın kaşlar, olağanüstü bir kemik yapısı, o kemik yapısının içine özenle gömülmüş iki masmavi göz (ki ben pek mavi göz hayranı değilim)... biraz Brooke Shields (ki onun da hayranı değilim) biraz Charlotte Casiraghi. Üç çocuk annesiyken bile şu Sephora makyaj çantasının içine yerleşmiş haliyle karşımıza çıkıyor olması, sihir gibi bir şey.
Bir de şu hallerin şu kadınları gerçek bir 'beauty bomb'a dönüştürdüğünü düşünüyorum:
Liya Kebede'nin tam omuz hizasında kesilen simsiyah ve parlak saçları,
Lara Stone'un (bir anda hatırladım ki bu fotoğrafı daha önce de koymuştum, ama olsun, öylesine güzel bence) suluboya tadındaki makyajı, platin saçları ve kaşsızlığı,
Aynı kaşsızlığı harikulade şekilde taşıyan Bimba Bosé'nin eyeliner'la yaratılan kedi gözleri,
Eva Herzigova'nın beyaza kaçan platin saçları, su mavisi gözleriyle muhteşem bir uyum yakalayan tırnakları ve onlara hoş bir şekilde eşlik eden pembe dudakları,
Kat Dennings'in yataktan yeni çıkmış görünümlü saçları, khol'la çerçevelenmiş gözleri, (benim en sevdiğim dudak rengi olmaya devam ediyor şu tarif edeceğim şey) şeftali, dore ve pembeyi aynı anda sahiplenen dolgun dudakları.
Kendimizi kandırmak istemezsek kafamızda şöyle bir matematik yaparız. Bu güzelliğin üçte biri doğal, üçte biri makyaj, üçte biri de Photoshop. Doğal güzellik ve Photoshop'tan mahrum bırakılmış ya da bırakılacak olabiliriz ama makyaj her an sahip olduğumuz en kıymetli ve keyifli oyuncak.
Bugün makyajınızı yaparken sizlere bu kadınlar ilham versin,
Muhteşem çarşambalar 10dakika'cılar!
Uzun bir gecenin ardından şöyle diyeceksiniz: Yes to cucumbers!
İşte bir önceki yazıda bahsettiğim bekarlığa vedanın ardından sonraki günü, adetlerimize uygun olarak, cildimi, midemi ve kendimi toparlamakla geçirdim. Sephora lansmanında paketten çıkan ürünler içinde merakımı en çok cezbedenlerden biri de Yes To Cucumbers'ın makyaj temizleme mendilleri ve göz altındaki şişkinlikleri yok eden jeliydi. Tam bir hangover takımı!
Dolayısıyla pazar günü (XOXO ve Marc Jacobs partisini kaçırmanın da verdiği üzüntüyle) kendimi salatalık kürüne adadım. Bir kere şunu söylemeliyim ki bu mendiller muhteşem!!!!! kokuyor. Salatalık ve Aloe Vera'nın kendine has, tazecik, akla yeşillik getiren o kokusu vardır ya... işte o. Ambalajı da kendisi kadar güzel ve üzerinde 'soothing' (yatıştırıcı) ve 'natural glow' (doğal parlaklık) gibi çok cazip kelimeler yer alıyor. En güzeli de bu kelimelerin gerçeğe dönüşmesi. Yüzümü tek bir mendille uzun uzun temizledikten sonra aynaya baktım ve tüm bitmişliğime rağmen, cildimde nemli ve parlak (ama yağlı değil) bir görüntüye rastladım. Bir de o koku! Ah o koku! Her pakette 30 mendil var. Eder 30 muhteşem koku terapisi!
Tamamıyla doğal olduklarını da söylemeliyim. Jel, şeffaf yapıda. Ben kendimce bir cinlik yaparak jeli buzdolabına koymuştum, bir güzel soğumuş. Sabah göz altıma sürdüğümde etkisi çok hoşuma gitti. Hem gece hem de gündüz kullanılabiliyor. Sabah sürdüğünüzde göz altındaki şişliği bastırıyor, gece ise göz altı bölgesini rahatlatıyor ve nemlendiriyor.
Bir de makyaj temizleme mendillerini açtığınızda karşınıza şöyle bir keyifli detay çıkıyor: Wipe that smile on your face! Doğal ürünlerle hem ruhumuza hem cildimize hitap eden markaların, bu küçük oyunlarına bayılıyorum.
En kısa zamanda serinin devamı olan Yes To Tomatoes ve Yes To Carrots'ı da keşfetmek niyetindeyim. Bugüne kadar beklemem kabahat.
Bekarlığa veda makyajının incelikleri
Bekarlığa veda makyajının inceliği, aslında hiçbir inceliği olmamasını sağlamaktır. Hem renkli far, hem kırmızı ruj, hem mor rimel, hem de bol bol simli ürünler kullanılmalıdır. Bunlar, müstakbel gelinin yüzüne parmaklar yardımıyla (fırça kesinlikle kullanılmamalı, ya makyaj güzel olursa...) boca edilmelidir. Ortaya ne kadar saçma bir eser çıkarsa o kadar iyi hesabı...
Bekarlığa veda turlarımızın ilkini (bu sene inanılmaz bir evlilik trafiği mevcut) geçtiğimiz cumartesi akşamı attık. Ayça'ya buradan da mutluluklar diliyorum ve ekliyorum: Eğer sevgilisi kendisini şu makyajla da beğenirse evlilik garanti altına alınmış olur. Arada amacımızı saptıracak şekilde, makyajı Ayça'ya gerçekten de yakışmıştı...
Siz de yakın zamanda bir bekarlığa vedaya gidiyorsanız, makyaj çantanıza şu ürünleri atınız:
- Sephora Duo Eyeshadow No:11 Let's Dance (su yeşili ve lilanın istenirse 80'lere çok yaklaşan bir hali)
- Sephora Full Action Extreme Effect Mascara (ben mor rengi tercih ettim ve dün kendi gözlerimde de denedim, hiç fena değil)
- Sephora kırmızı ruj (onu allık gibi de kullanacaksınız tabii, yanakların üzerinde iki minik kırmızı elma varmış gibi görünecek)
- Too Faced Glamour Dust Glampire (her bridezilla'nın sahip olması gereken şey)
Kendilerini aşağıda topluca görebilirsiniz. Onlar da havaya girdiler ve poz verdiler.
15.4.11
Drew Barrymore kızıla, Amerika şaşkına döndü
Bugün People.com'da (evet, tabii ki her gün tıklıyorum, beni yargılamayın lütfen, bir çeşit meditasyon gibi düşünün) şöyle bir kutu ve başlığa rastladım: "Drew Barrymore'un stylist'i: Neden kızıla gittik". Tabii ki People gibi derin ve felsefi bir sitede, 'E.T' ile tanıyıp çok sevdiğimiz bir zamanın çocuk yıldızı Drew Barrymore'un saç değişimini yakından takip edebiliyoruz. Bu konunun başlığa taşınması garip değil. Garip olan, bundan önceki yıllarda da bakır kızıl olarak tabir edilebilecek bu sıcak ve feminen rengin, Barrymore tarafından zaten tercih edilmiş ve neredeyse tüketilmiş olması. Yani şaşıracak bir şey yok.
Bakınız işte. Kanıtım da üstte. Bu eski fotoğrafta (en az beş sene veriyorum) Barrymore, bana kalırsa şimdiki saç renginden de güzel bir ballı kızılla mutlu mutlu gülümsemiş. Renk yolculuğu şöyle devam etmiş:
Saçtaki kızıl tamamıyla yok edilmiş, bal biraz yeşermiş ve sarıya doğru istikrarla ilerlenmiş. Barrymore'un stylist'i diyor ki People'da: "Dramatik bir değişiklik söz konusu olduğunda, tek seansta hayalinizdeki renge kavuşamazsınız. Saç, derece derece renk değiştirir. Mükemmel sonuca ulaşmak için zamana ihtiyacı olur." Çok doğru demiş.
Barrymore'un yeşil baldan sonraki durağı, platindi. Ben W kapağında gördüğüm şu halini de pek beğenmiştim. Zaten omuz boyundaki küt kesim, öyle bir saç ki neredeyse her kadını hem çok feminen ve seksi hem de çok kişilikli ve modern yapıyor. Hele alttaki fotoğrafta gördüğünüz şu 'yataktan yeni çıkmış' (Amerikalıların 'bed hair' diye tanımladığı, hatta ve hatta çeşitli saç ürünlerini aynı şekilde vaftiz ettikleri, o kutsal saç hali) saçlar, bence turnayı gözünden vuruyor.
Gelelim Barrymore'un kızıldan bir önceki saçına. Daha önce 10dakika'da bahsettiğim ombre hair'in başarılı temsilcilerindendi kendisi. Ancak bu akımın 'boyasını çoktan akıttığını', artık eski ve sevimsiz bir şeye dönüştüğünü kabul ediyorum ben de. Zaten ombre hair, geçici bir hevesten öteye gidemez sanki... yapay ve zorlama bir hali var. İşte Drew Barrymore, sinema ekranına yansıyan en güzel yüzlerden birine sahip olmanın tadını, bir bukalemunu kıskandırırcasına renk değiştirerek çıkarıyor. Şu ana kadar da renk anlamında başarısız bir deneyine rastlamadık.
Not: Şu yukarıda yazdıklarım kesinlikle dedikodu sayılmaz. Ayrıca sayılsa bile güzellik dedikodusunu artık burada da yapamayacaksam... nerelere gideceğim bilmiyorum...
"Spring's coming and we're blooming"
XOXO Mag ve Marc Jacobs Daisy Eau So Fresh, bir araya gelirse ortaya şahane kokulu ve şahane dokulu bir pazar günü çıkacağı kesin. Sadece davetiyede yazan 'bahar geliyor ve biz çiçek açıyoruz' cümlesi bile beni ikna etmeye yeter zaten. O kadar hazırım ilkbahara!
Bu da demek ki 10dakika'cılar, Pazartesi gününü keyifli güzellik havadisleri ve manzaralarıyla karşılıyor olacağız.
14.4.11
Bu kitabı hatırlıyor musunuz?
François Nars'ın seneler önce yayınlanan 'Makeup Your Mind' kitabını (bu isim pekala bir Beyoncé şarkısına da ait olabilirdi) yeniden karıştırma şansım oldu dün. Bazılarınızın kütüphanesinde yerini almış olduğunu düşünüyorum. Olmayanlar için yukarıdaki muhteşem makyaj manzaralarına 10dakika'da yer vermek istedim. Evet, renk muhteşem bir şeydir. Evet, makyaj asla ciddiye alınmamalı ama hayatımıza da mutlaka karışmalıdır. Çünkü çok eğlencelidir.
Not: Herkes ne kadar genç! Sophie Dahl (alttan ikinci), Karen Elson, Maggie Rizer, Naomi Campbell, Devon Aoki, Trish Goff, Erin O’Connor, May Anderson, Ling, Aurelie, Missy Rayder (elektrik mavisi farlı fotoğraf), Elsa (kapak kızı, en üstteki fotoğraf), Caroline Ribeiro, Eva Herzigova gibi bir dönemin en havalı kızları, öncesi ve sonrası halleriyle poz vermiş.
İkinci not: Fotoğrafları janjanlı bir lambanın altında çektiğim için renkler maviye doğru gidiyor. Siz daha temiz ve nötr hayal edin.
İki mango arası bir sıvı allık molası
Benefit Benetint müdavimleri (hani şu vişne şurubu rengindeki, yanaklara taze bir kırmızılık getiren sıvı allık) bu yazıyı mutlaka okumalı. Posietint sonrasında (bebek pembesi, daha kremsi bir yapıya sahip versiyon) hayatımıza yeni bir Benefit mucizesi giriyor. Üstelik bu kez mango rengi. Üstelik bu kez ismini salon danslarının en enerjik ve feminen üyesinden alıyor. Cha Cha Tint! Sephora lansmanında tanıştığım ürünün rengini çok sevdim. Onu, piyasaya çıktığı günden beri iki kutu bitirme şerefine eriştiğim Coralista allığın biraz daha turuncuya kaçanı ve sıvısı olarak tanımlayacağım izninizle.
Yalnız şöyle bir durum söz konusu: Cha Cha Tint'i sürerken mutlaka sünger ve hatta fırça yardımına ihtiyacınız var. Benefit'in sıvı allıklarını kullanırken yanağa sürer sürmez dağıtmaya başlamak çok önemli. Yoksa fazla teatral bir etkiyle (palyaço tabiri daha mı doğru kaçardı) karşılaşabiliyorsunuz. Zaman zaman süngerle bile hatalar yapılabiliyor. Allık fırçasıyla dağıtmanızı ve olur da aşırıya kaçarsanız, silip baştan sürmek yerine, cildinizin rengindeki toz bir pudrayla üstünü biraz örtmenizi tavsiye ediyorum.
Aynada yanaklarıma şöyle bir baktım da... Cha Cha'nın rengini anlamak için şu altta gördüğünüz (üsttekileri taze, ıslak ve capcanlı göründükleri için seçtim, sanki manavdayım) mangonun turunculaşmış bölgesine odaklanın. Somonla turuncu arasında gidip gelen bu renk, yanaklarına anti-pembe bir dokunuş katmak isteyenlere şiddetle tavsiye edilir!
12.4.11
Şu torbanın içinde bir sinek olsam...
Ama o zaman bu ürünleri kullanabilir miyim? Bir sinek ne kadar süslenebilir?...
İşte şu yukarıda gördükleriniz Sephora'nın İlkbahar/Yaz 2011 lansmanında tanıştığım ürünler. İçlerinden bazılarını duymuştum ancak deneme şansım olmamıştı. O torbanın fazlasıyla heyecan verici olduğunu söylemek zorundayım: Cildi nemlendirmek için tasarlanmış bir Moistureshake (aynı Milkshake gibi), yanaklara mercan tonları getiren bir adet Benefit harikası, Yves Saint Laurent Touche Eclat ile rekabete girebilecek güçte bir göz altı kapatıcısı, pastel renklerde göz farları, uzun gecelerin sabahında gözleri şişkinlikten kurtaracak doğal bir çözüm yatıyor derinliklerinde. Göremiyor musunuz? Bakın bakın... daha yakına gelin. Önümüzdeki günlerde hepsi ve daha fazlası 10dakika'da! Bunu da hep söylemek istemişimdir!