13.2.12
Pop 'renkli' insanlara mahsus bir dünya mıdır?
Katy Perry konusunda ne söyleyebilirim bilmiyorum... Mavi saça karşı değilim ve hatta belki biraz daha farklı bir renk/model uygulamasıyla bu saç güzel bir yerlere de gidermiş... Ama gidememiş. Her daim 'teenager' olmakla ilgili birbirinden nezih şarkılar yapan Perry, işte o ergenlerden birine benzemiş burada. Kleopatra kostümü içinde bir ergen adeta.
Rihanna'ya gelince... O konuda kafam biraz karışık (iyi yönde). XOXO için tavır ve cesaret hakkında bir şeyler karalamayı planladığım bir sonraki yazımın konuklarından kendisi. Şu hafif leş, boyası gelmiş sarı saçları, özellikle bu fotoğrafta yakıştırdım ona. Ve hatta 'You Da One'ın videosunda da beğendim 'Barbadoslu Rihanna Paşa'yı.
Paris Mon Amour
14 Şubat Sevgililer Günü. O güne pek meraklı Bridget Jones'un dilini iki satırlığına ödünç alacak olursam: Sevgili Günlük. Kilo: 55. Sevgili:0. (Sevgilim olsaydı bu gece sürebileceğim) kırmızı rujların toplamı: 25. Amma velakin ben, Bridget Jones değilim. Bu tip kasıntı günlerde tam aksi yöne sapan biriyim. 'Valentaynım olmasın Valentinom oldukça' der, hiçbir orgazmın yanaklarıma veremeyeceği kızarıklıktaki NARS Lovejoy allığımı sürer, kirpiklerimi şöyle bir kırpıştırır, ilk atladığım uçakla Paris'e giderim. Orada tüm günümü güzel adreslerde, güzelliğin büyüsüne kapılarak geçiririm. Yanımda havalara bakacak, önce biraz söylenecek, sonra bir kafede mola vermek isteyecek yıllanmış bir sevgilinin nazını çekmek yerine, Frédéric Malle'in 37 Rue De Grenelle'deki kapısını çalar, sırasıyla Carnal Flower, Noir Epicés ve Portrait Of A Lady'i dener, sokaktan geçen yakışıklı bir Fransıza fikrini sorarım. Biraz flört ettikten sonra pusulam Colette'i gösterir. Rodin Olio Lusso, artık kült ürün muamelesi görüyor. İçeriğindeki 11 farklı yağ, antioksidan, mineral ve vitaminler açısından zengin. Ambalaj, minimalist ve çok şık. Alıyorum. Le Labo'ya ait bölümde de oyalanırım biraz. The Detergent Santal 33, alabileceğim en lüks, en saçma ve bu yüzden de en güzel şey! Le Labo'nun en sevdiğim esansını taşıyan bir çamaşır deterjanı. İsmini SUPER koyacak kadar iddialı bir markayı da es geçemem: 3-Minute Facial With Ginger, 3 dakikada cildimi yenilemeyi vaat eden bir maske. Tam kasaya doğru giderken klasik Carmex Lip Balm'u da atarım sepete.
Marais'de azıcık gezinip L'Artisan Parfumeur'ü de ziyaret ettikten hemen sonra heyecanla saatime bakarım. Oh mon dieu!!! Cildi en güzel (ve belki de bu yüzden) en ukala Fransız kadınının bile randevu almak için taklalar attığı cilt bakım uzmanı Joëlle Ciocco ile olan randevumu neredeyse ıskalamak üzereyim. Yüksek topuklar anında terk edilir ve çantanın içinden iki adet hızır Repetto yetişir imdada. Koş Forest Koş!!! Ta nerelerden kalkıp geldim diye anlayış gösterir Joëlle, iki kıvırcık saçlı kadın seans sonrası azıcık sohbet de ederiz. Ben ona İstanbul'dan gül suyu ve acı badem yağı göndermeye söz veririm.
Sonraki durağım Sephora. Bizde neden satışa sunulmadığını bir türlü anlayamadığım Clarisonic'ten bir adet edinirim. Tüm alışverişim boyunca alıp alacağım tek elektronik alet. Uslu Airlines'ın uzay aracı taklidi yapan cihazına bile dayandım, almadım Colette'ten. Café De Flore'da bir espresso. Hop! Yola devam. Aēsop'un mimarisiyle kalbimi çelen/delen/geçen mağazası Saint-Honoré'de. Dört bir yanımı çeviren, duman rengi ahşabın ismi Victorian Ash. İşte bunu duyduğu zaman birazcık da olsa etkilenecek bir sevgili olmalı yanımda! Tam 3500 minik parça, elle kesilmiş, işaretlenmiş ve yerleştirilmiş. Karmakarışık düzeni bu detaylı işçiliğe borçluyuz. Camellia Nut Facial Hydrating Cream, Parsley Seed Facial Cleanser, Wild Lime Hair Polish'in kokusu da dokusu da ambalajı da şahane.
Hayal bu ya, François Nars'tan da bir randevu almayı başarmışım. Bana makyaj yapmayacak. Onunla bir barda buluşup Martini'lerimizi yudumlarken makyajdan, ilham perilerinden ve bir sonraki koleksiyonundan bahsedeceğiz. Gece otelime saat kaçta dönerim bilmiyorum, bu sohbet fazlasıyla uzun sürer. Keşke dönüş biletimi biraz daha geç bir saate alsaydım!
Havaalanına giden taksiyi dramatik bir hareketle durdurup kocaman bir eczanenin önünde inerim. Bana Eucerin Aquaphor lazım. Embryolisse Lait-Créme Concentré ve Créme Hydratante a' L'Orange lazım. En pahalı kremler raflarında diziliyken tüm cool kadınlar bunları kullanıyor. Saçlarım güzel, çabuk ve sağlıklı uzasın diye modellerin birbirine backstage'de fısıldadığı Viviscal bitkisel takviyeden almam lazım bir de.
Fransızcadan başka dil konuşmayan ama yine de bir şekilde anlaşmayı başardığım taksi şoförü, yüzünde kızgın bir ifadeyle saati gösterir o sırada. Uçağımı kaçırmama ramak var. O da ne?! Serge Lutens'ın rüyalarıma giren ultra-şık butiğine uğramadım! Halbuki Feminité Du Bois'yı ilk kokladığım günden beri bunu hayal ediyorum. Taksici tek bildiği İngilizce kelimeyi haykırır: "Impossible!!". Bense bu dramatik anı ikiye katlarım. Catherine Deneuve ve Sophia Loren arasında kararsızlık yaşayan bir ifadeyle cevap veririm: "Impossible n'est pas Français."
Bu yazı XOXO Şubat sayısında yer almaktadır.
Kamelyalı bir günün (biraz geç kalmış) özeti
Geçtiğimiz günlerde Sephora'nın Capitol'de açılan yeni mağazasını ziyaret ettim. Aslında bu ziyareti XOXO adına, Chanel için yaptım. Kimsenin daha önce ayak basmadığı bir Sephora'ya giren ilk elli kişi içinde olmanın en güzel yanı hiç ellenmemiş, kullanılmamış, tertemiz tester'ları 'ilk parmaklayan' ünvanını gururla kucaklamak elbette. Bunun dışında bir de stok konusu var tabii. Aradığınız her ürünü illa ki bulacağınızdan emin olduğunuz bir gündür açılış günü. Bende tuhaf bir şeyler olsa gerek, daha önce defalarca gördüğüm çoğu ürünün o gıcır gıcır hali, beni felaket heyecanlandırdı!
Şimdi gelelim yazımın Chanel bölümüne. Tüm Chanel ekibi mekanda hazır ve nazırdı. Markalarını bu kadar sahiplenen bir ekiple (Sephora, NARS ve Benefit de böyledir) bir arada olmak hoşuma gitti. Hani Chanel de zor sahiplenilecek bir şey değil ama... Hatta bu 'sahiplenme' konusunun nasıl bir çılgınlık boyutunda olduğunu üstten üçüncü fotoğrafta görebilirsiniz. Kamelyalar ve inciler her yerdeydi. Benim bir itirazım olmaz, peki ya sizin?
Chanel İlkbahar/Yaz 2012 makyaj koleksiyonu, birkaç sezondur karşımıza çıkanlar arasından bence haklı bir cakayla sıyrılıyor. Her parça birbirinden güzel, sofistike ve (ama yine de) 'kullanılabilir'.
Günün en güzel tarafı, eski ve yeni favorilerim hakkında, markanın yetenekli makyörü Serkan'dan aldığım tavsiyeler ve bilgilendirmeler oldu. Sizlerle nasıl paylaşmam!
- Chanel'in dörtlü farları fırınlanmış olduğu için ıslatılarak eyeliner gibi kullanılabiliyor.
- Le Crayon Khol 69 Clair, (pudra rengi) gözün içine çekildiğinde (beyaz kalemden daha doğal şekilde) gözü büyütmekle ve göz beyazını vurgulamakla kalmıyor, aynı zamanda dudak çizgisi üzerine çekildiğinde dudakları dolgun gösteriyor.
- Serkan, French manikür'ü klasik renklerle yapmaktan yana değil, Black Satin (siyah) ve Vendetta (koyu mor) arasındaki belli belirsiz geçişin çok sofistike göründüğü kanısında. Ayrıca siyaha beyaz monokrom bir French de (Gabrielle'in en sevdiği iki renk) klasiğe bir doz orjinallik katıyor.
- No:19 Poudré'nin diğer parfümlerden farklı ve gerçekten pudralı yapısını da gösterdi bana. Gerçekten de pudramsı tanecikler, havada bir süre asılı kaldıktan sonra, uzun süre terk etmeme sözü vererek üzerinize yapışıyor.
- (Benim de hayatımın sonuna kadar önermeye devam edeceğim) Inimitable Intense maskaranın, mürdüm ve siyah rengini üst üste kullanıyor. Maskarayı bir süre kirpik diplerinde yatay gezdirdikten ve o bölgeyi dolgunlaştırdıktan sonra, yukarıya doğru keskin hareketler uyguluyor. Sekiz kat üst üste sürdüğü olmuş bu mucize maskarayı. O gün, tüm ürünler içinde en çok ilgi çeken ve talep edilenlerden biri oldu Inimitable. Benim favori rengim, 20 Brun.
- Fondöten ve pudra seçerken cilt rengine birebir sağdık kalınması konusunda ısrar ediyor. Bir ton koyu seçim yapıldığında bile aradaki fark belli olurmuş.
- Tabii ki konu Peter Philips'e geldiğinde, Serkan tüm Chanel ailesinden daha fazla heyecanlanıyor. Ne de olsa über-ünlü meslektaşı, dünyada başka hiçbir markaya nasip olmayan bir teknolojiyi keşfetmekle kalmıyor, onu Mademoiselle'in vasiyetine uyarak, Chanel mirasıyla kombinliyor. Sonuç, ortada... Hep çok güzel, çok şık.
-Serkan'a göre 'smoky makyaj' için ihtiyacınız olan tek şey Le Crayon Khol'un siyah rengi. Chanel'de neredeyse tüm kalemler (aynı No 19 Poudré gibi) pudralı bir yapıya sahip. Bu da diğer uçtaki fırçasıyla dağıttığınız kalemin, seksi bir far görüntüsüne kavuşmasını sağlıyor. Böylelikle biraz dağınık, biraz umursamaz, modern ve funky bir makyaj seçimi yapmış oluyorsunuz.
Bir gözlem de benden:
Nude dudak renkleri, eğer ki beton görünümü sağlayan katı bir yapıya sahip değillerse (hem nude hem mat ruj her yiğidin süsü değildir) benim en sevdiklerimden. Elimi pudra ve kahverengi arasında gidip gelen bir skalaya bürüdüğüm Chanel gününde, bir kere daha en güzel 'dudak rengi' seçeneklerinin bu kült markaya ait olduğunu fark ettim.
Dikkatimi dağıtıp da beni Chanel'in 'harikalar diyarından' uzaklaştıran tek şey YSL Rive Gauche Pour Homme oldu. Bugüne kadar nedense keşfetmediğim (halbuki kadın versiyonunu çok severim) parfümü uzun uzun içime çektim. Pek erkeksi, pek seksi, pek temiz ve net bir esans. 'Ides Of March'ta izlediğimiz George Clooney gibi. Şu notaları fotoğrafta olduğu gibi alt alta dizilmiş görmek bile burnumun sızlamasına yetiyor.