15.1.12

The Golden Globes: Evet/Hayır oynuyoruz, hazır mısınız?


























'Hayır'lardan başlayalım 'evet'lere doğru ilerleyelim. Adını bu yaşlı ötesi saç ve makyajına baktıktan sonra öğrendiğim Ariel Winters'ın (yukarıda) seçimleriyle ilgili fazla da bir şey söylemeye gerek yok. O kendini çizgi çizgi belli eden balyaj ve maşalı saç her şeyi özetlesin. Göz kapağını somona bürüyüp bir de üzerine morlar atmak hangi senede kaldı? Bu da benden makyaja. Sevgilerle.





























Claire Danes de nedense bu işi bir türlü beceremeyenlerden. Bir şey var ki onda, bana her sene bir kere daha 'hayır hayır hayır!' dedirtiyor. Hep yaşından büyük, hep gereksiz yere yaşlı.




























Emma Stone'un bu ağır makyajlı görüntüsü beni ekranda o kadar da rahatsız etmemişti. Şimdi fotoğrafa bakınca çok gereksiz buldum bu zorlama güzellik halini. Sanki göz makyajı yapılmaya başladıktan sonra bir şeyler kontrolden çıkmış ve makyör... duramamış bir yerden sonra.






















Birazdan (yani bu satırların bitiminde) kadınların yakın plan çekimlerde olduklarından ne kadar daha çirkin çıktığını üzülerek fark edeceksiniz. Ewan McGregor gibi erkeklerin ise ne mesafeden çekilirlerse çekilsinler 'güzellik'lerinden bir şey kaybetmediğini kıskançlıkla inceleyeceksiniz.





























Giuliana Rancic'in yaptığı gibi, dudakları ultra-nude tonlarla yok etmeye hayır. Diş ve dudak arasındaki o ince çizgi asla bu kadar ince olmamalı, açık ve seçik görünmeli. Yanılma payı bırakmaya hayır. Yoksa böyle tuhafımsı manzaralar çıkıyor ortaya.





























Lea Michele (fotoğraflar hep bir üstte) için ne diyebilirim? Susayım daha iyi. Cher'in en kötü dönemlerini taklit eder bir hali var.



























Maria Menounos'un özenle yaptırdığı, bu tarzda kocaman topuzlara hayır! Ek saçla yapılan topuzlara hayır! NO!




























Mia Farrow kırıntılı, Marilyn Monroe edalı güzelliği dikkat çekici Michele Williams'ın, evet. Ancak Art Deco mücevherli (çok hoş bir parça, inkar etmiyorum) o saç bandına, hayır. Gerçi kendisini kabul konuşması sırasında beğenmeden edemedim yine. Bu 'strawberry blonde' saç rengini de destekliyorum. Aklımın Williams'ın koyu renk kaşlı platin saçlarında kaldığını ise sizden gizlemiyorum.





























Natalie Portman da bu işi bir türlü beceremediğini düşündüğüm bir başka isim. Kocaman bal rengi gözleri pek güzel ama sizlere de sanki 'Black Swan'ın setinden bir çift lens çalmış da onları takıvermiş' gibi gelmedi mi? Bir de o saçlar nedir? Neden öyledir? Bilinmez...





























Üstteki fotoğraf da yorum kabul etmiyor. Kısaca şöyle demek istiyorum:NO.

























Hmmm... Bu seneki Altın Küre Ödülleri'nde hiç beklemediğim şeyler başıma geldi. Mesela Angelina Jolie o kadar kusursuz ama bir yandan da heybetli bir güzellik seçimi yapmıştı ki, kendisini beğenmeden edemedim. Genelde yastık dudaklarını ten rengi rujlarla kamufle ederdi, bu kez kırmızıya bürümüş. 'Evet'lerimizin açılışını Brangelina'yla yapıyoruz. Her ne kadar Brad Pitt'te makyaj izlerine rastlanmasa da bir araya geldiklerinde birbirlerini daha da güzelleştirdiklerini, daha da önemlisi en doğal pozlarında bile bizleri Madame Tussauds'da hissettirdiklerini itiraf etmek gerekiyor.


















































Charlize Theron'un solgun ama dolgun seçimine de benden koca bir evet. Ancak bu kadar güzel bir kadının alabileceği bir risk bu. Gözlerde uzaktan hiç fark edilmeyen dore bir far ve maskara var. Dudaklarda ise elbiseyle aynı renkte, çok ama çok uçuk bir pembe. Taptaze ama bir o kadar da kadınsı bir duruş.




























Glenn Close'un yaptığı gibi doğallık, kırışıklık, zarafet ve Armani Privé ile yaşlanmaya evet! 40'ları yeni tırmanmaya başlamış yüzler bile estetik kurbanı olmuşken (Nicole'cüm yaş yüzünden yırttım sanma, lafım en çok sana) eğer bir müdahale yapılacaksa da onun kıvamında bırakılmasını diliyor gönül.





























Jessica Biel'in (alın işte, başka bir 'ben bunu nasıl yaptım, nasıl bu kızı beğendim' sürprizi) olgun elbisesini dengeleyen sade saç ve makyajına evet. En çok da bu yeni çikolata rengi saçlarına evet.



























Julianne Moore'un kusursuz saç ve makyajına evet. Yaşına göre davranmaya, genç kız taklidi yapmak yerine olgun ve ihtişamlı bir kadın gibi görünmeyi seçmeye evet!




























Kelly Macdonald'ın geceye damgasını vuran metalik/pul/payet hastalığını neredeyse duştan çıkıp sıkı sıkı toplanmış gibi duran saçlar, pürüzsüz bir ten (bu kızın o teni sağlamak için fazla çabaladığını düşünmüyorum, 'porselen' tanımına uygun) ve hafifçe renklenmiş dudaklarla dengelemesine koca bir evet. Aynı Biel gibi modern görünümün denklemini çözmüş görünüyor o da. Ağır makyaj+sade kıyafet veya sade makyaj+kıyafette ağır etki.

 
























Reese Witherspoon da aynı Angelina Jolie gibi beni şaşırtan isimlerden. California'nın bağrından kopup gelmiş, doğal ve ışıl ışıl bir sarışın gibi görünmeye evet. Yapılmış bir saç ancak bu kadar doğal görünebilir. Makyajı o kadar ustaca uygulanmış ki estetik yaptırdığından kuşkulandım.







































Rooney Mara'ya kocaman bir evet! Bu kız, size uzun uzun bahsettiğim gibi son dönemlerde güzellik alışkanlıklarıyla beni en çok heyecanlandıran isimlerin başında geliyor. Bu seçimini de çok etkileyici buldum. O ıslak saçlar, arkadan kuş kanadı gibi çıkmış o minik at kuyruğu ve aynı etkiyle gözleri saran upuzun kirpikler. Aynı o verdiğim kocaman evet gibi fotoğrafı da kocaman açıyorum.



























Bir başka 'baby blue', şirinlik muskası Zooey Deschanel ise, Nicole Kidman'ın gençlik günleri ve Eva Green'in bugünü arasında gidip gelerek pek flörtöz, pek 50'ler, pek hoş bir tablo çiziyor. Hatta aslında şöyle demeliyim: Tarzından ödün vermeden, eksantrik seçimlerine de sahip çıkarak hoş olmayı bir kenara bırakıyor, düpedüz güzel olmayı seçiyor. Saç ve makyaj anlamında benim için alternatif bir favori oldu kendisi.


Saat beşe beş var. Tüm bunları ve daha başka birçok şeyi daha sonra konuşuruz 10dakika'cılar. Günaydın hepinize!




Kampanyalar burada bahar nerede?





























Vakti gelmişti. Şubat yaklaşınca gözüm hemen bahar kampanyalarını aramaya başlar. Şimdi... Chanel'in  yukarıda gördüğünüz pembo ve sevimli kampanyasını (markadan hiç beklenmiyor ya böyle hareketler, benim gözümde absürd bir güzelliği var bu tarz hareketlerin) anneannem Mefisto'ya ithaf ediyorum. Daha bugün bana 'Ayşecan senden başka kısa saçlı kız kaldı mı etrafta, uzat artık' diyordu. İşte bak anneanneciğim, senin pek beğendiğin Chanel, kısa saçlı kızlara doyamıyor. Saskia'dan sonra bu Michelle Williams kılıklı Parizyen kızla karşı karşıyayız.

























Dior'un dünyasında yumuşak bir pastellik hakim. Morlar, lilalar, pembe ve somonla birleşerek romantizm sinyalleri veriyor. Bahara yakışır, itirazımız yok. Amma velakin biraz daha orjinal bir tablo çizebilirdi...






























Ürünlerini kullanmaya başladıktan sonra marka olarak daha da saygı duyduğum Givenchy, pastoral ama son derece cesur (e biraz da 80'ler) bir koleksiyonla karşımızda. Böyle kampanyaya ya da uzaktan minnacık ürünlere bakmakla olmaz. Deneyip öyle yargılamak lazım.

































Chanel Chance'ın daha kaç rengi ve kaç versiyonuyla tanışacağız bilmiyorum. Yeşil, pembe derken... Şimdi de enerjik turuncuya teslim oluyoruz. Vanessa Paradis'in kuş kafesi içine girdiği No:5 kampanyasına göz kırptığını düşünüyorum Chance'ın. Bu, en başından beri böyleydi. Şu uçuşan tüller, o renk ve siyah/beyaz babetlerle çizilen portre... Kokudan yükseldiğini hayal edebildiğim turunçgillerle bezeli, tazecik esans... İçimi umutla dolduruyor. Bir gün bahar gelecek ve sonra yerini yaza bırakacak!




Lisbeth Salander VS Erica Albright

















Rooney Mara'nın son dönemlerde karşımıza çıkan (gerçek hayatındaki) saç/makyaj manzaraları aykırılık ve doğallığın kesiştiği pek ince ve zarif bir yerde duruyor. 'The Girl With The Dragon Tattoo'nun David Fincher imzalı yeni versiyonunda canlandırdığı Lisbeth ise, aynı ismi gibi (Elizabeth ya da Liz değil ama Lisbeth) alıştığımızın çok dışında, daha da radikal bir fiziksel harita çiziyor. Yaşadığı zor hayatın etkisiyle dış görünüşü de zorlaşan, sertleşen, aykırılaşan bir karakter bu. Muhteşem vücudu (Rooney Mara'nın vücudunun güzelliği karşısında saygı duruşuna geçmek istiyor insan) dövmelerle dolu, saçlarını belli ki bir kuaförde kestirmiyor, ruh haline göre kendisinin makasladığını ve tıraşladığını hayal ettim ben, makyaj konusunda da dramatik ve Gotik takılan bir kişi. Belki de İsveçli bir kadın portresi çizildiğindendir, görsel olarak tüm bu aykırılıkların çok güzel işlendiğini düşündüm. Ayrıca karşımıza çıkan manzaranın zorunluluktan ziyade görsel bir seçim olduğu mesajı da açık ve net olarak veriliyor. Lisbeth, benim asla olmak istemeyeceğim ama beğenmekten de geri durmadığım bir kadın.


En önemli mesele ise simsiyah saçlarıyla sarı, neredeyse hiç görünmeyen kaşları (ya da belki kaşsızlığı demeliydim) arasındaki kontrast. Mavi gözleri her daim kalemli ancak Mara'nın kemik yapısı (film için ekstra zayıflamış, o kemikler iyice ortaya çıkmış) öyle güzel bir çerçeve çiziyor ki sıfır makyajlı olduğu sahnelerde bile etkileyici görünüyor. Dudakları her daim rujsuz.


















'The Social Network'te izlediğimiz Erica Albright karakterinden çok uzaklarda bir yerlerde yani... Karamel tonlarındaki dudak parlatıcısı, bej ve bejin türevlerindeki göz farı, uzun ve sağlıklı saçlarıyla 'iyi üniversitede iyi eğitim gören klasik Amerikan kızı' tiplemesi çiziyordu Mara bu rolüyle.






















Günlük hayatımıza uyarlaması zor olsa da benim oyum Lisbeth'e. Onun bir ötesinde ise Rooney Mara'nın kendisine. Vogue'un Kasım sayısında vermiş bulunduğu şu alttaki pozlara ve şimdilerde boy gösterdiği tüm davetlerde en az kıyafet seçimleri kadar dikkat çeken güzelliğine veriyorum oyumu. Vogue kapağındaki o göz makyajına bayıldım. Mara'nın o hali bana bir dönemin gözde modellerinden Liberty Ross'u hatırlattı.












































Lisbeth Salander'ın sert ama yine de özenli makyajı için ihtiyaç duyacağınız malzemeler ise şunlar:


NARS Concealer
Kompakt gitti, incecik tüp geldi! Eski formül geliştirilmiş, biraz daha kremsi hale gelmiş. Kapatıcılığı ve etkisi inanılmaz gerçekten. Custard rengi, neredeyse tüm cilt tiplerine uyuyor. Ginger ve Biscuit'e doğru koyulaşabilir ya da Honey ve Vanilla'ya doğru rengi biraz açabilirsiniz.
























Estée Lauder Double Wear Stay In Place Eye Pencil:
Onyx rengini seçecek, gözlerinizin içine, dışına, her yerine umarsızca süreceksiniz bu kalemi. Aynı gün içinde on cinayet çözseniz, üç kere motordan düşseniz, beş kişiyi haklasanız bile göreceksiniz ki göz kaleminiz tam kıvamında dağılacak, gözü iyice sarmalayacak ve orada kalmaya devam edecek.













Sephora Eyebrow Brush:
Açık renkli kaşlar da taranmak ister. Lisbeth'in sürmediğini düşünüyorum ama siz kirpiklerinizi maskara ile belirginleştirdikten sonra fırçanın metal tarafıyla topaklanmaları engelleyip kirpiklerinizi ayrıştırabilirsiniz de.




















Sevdiğim detaylardan biri de...
































Yes To Blueberries'in (Yes To Carrots, Yes To Cucumbers, Yes To Tomatoes da da durum aynı) Age Refresh makyaj temizleme mendillerinin içinden çıkan bu mesaj, sizce de çok sevimli değil mi?


Not: Annem kullanıyor bunları, 30'lu basamakları yeni tırmanmaya başlayan bizlerin kullanmasına gerek yok. Bizler, salatalıklı versiyonu kullanabiliriz.