28.6.12

Yazın en çok arzulanan makyaj hali: "Afterglow"






































"Afterglow", gün batımı sonrası kızıllık ve parlaklık olarak çevrilebilir güzel Türkçe'mize. Böylesine güzel ve etkileyici bir manzara, NARS'ın 'seks sonrası taze pembeliğe' bürüyen koleksiyonu Orgasm dışında başka neyle elde edilebilirdi ki? Ne yalan söyleyeyim, markanın yaz koleksiyonuna o kadar da bayılmadım. O rengarenk farlar ve fuşya rujlar beni kendimden geçirmedi. Sezonun allığı Liberté'nin iyi bir yatırım olduğunu düşünüyorum ama...

Neyse, ne diyorduk? Evet, Orgasm. İçinde pembe tonları barındıran şeftali rengine biraz da altın pırıltı eklerseniz, dünya çapında en çok satan allıklardan birini yaratmış olursunuz. François öyle yaptı ve hepimizi öylesi kızarmış yanaklara kavuşmak için illa da başka bir insana ihtiyacımız olmadığı konusunda ikna etti. Seride yıllardan beri severek kullandığım ürünler arasında allık, stick aydınlatıcı (The Multiple) ve sıvı aydınlatıcı var. Orgasm dudak parlatıcısını asla kullanamadım, dudak rengi koyu olanlar için talihsiz bir renk.



















Gelelim çıkık elmacık kemikleri, çekik gözleri ve platin saçlarıyla NARS'a pek yakıştırdığım Ginta Lapina'nın şu en üstteki müthiş makyajına! O makyaj benim rüyalarıma girdi uzun süre. Pembeliğin bronzla, altınla, bazen mürdümle karışarak böyle kızıllıklar yaratmasına bayılıyorum! En sevdiğim konu da bu tip makyajın, her kadına yakışıyor olması.


'E peki o göz kapaklarındaki renk nereden geliyor? Yalnızca allıkla yapılmış olamaz' diye düşünürken aklıma Soft Touch Shadow Pencil Calabria geldi. Kendisini hemen altta görüyorsunuz. Mor ve mürdüm gibi renklerin tonu çok önemli. Sıcak bir mürdüm bakışları ısıtırken, soğuk bir tonuyla ağlamaktan helak olmuş gibi görünebilirsiniz. Calabria, sıcacık, çok güzel bir mürdüm. Ben Ginta'nın göz kapaklarına kavuşmak için Orgasm allık, Calabria kalem ve Kalahari ikili fardan yardım aldım. Sonuç tatmin ediciydi.
























Bir dahaki sefere gözümün içine siyah taklidi yapan, koyu yeşil bir kalem çekmek niyetindeyim. Ya da belki lacivert maskarayı deneyebilirim. En güzel lacivert maskaraları Into The Gloss yazmış, tıkladığınız anda oradasınız. İşte internet böyle güzel bir şey, Orgasm serisi gibi... Bazılarınızın 'her şey iyi hoş da o bronzluk için ne diyorsun' diye hayıflandığını duyar gibiyim. Sephora'da Vita Liberata isimli, müthiş bir marka satılıyor. Bu hafta test sürüşüne çıkıyorum. Sizleri de bilgilendireceğim. O sırada şu videolarla oyalanın, ben 10 dakika gecikeceğim, siz başlayın.


25.6.12

Güçlü kadın






























Hepinize olmuştur. Kafanızda belli bir modelle kuaföre gidip, uzun saatler boyunca o koltukta oturup, milyonlarca işlemden geçtikten, tüm günü oturarak geçirdiğiniz halde yorgun düştükten sonra aynaya bakarsınız ve karşınızda hiç tanımadığınız, çirkin saçlı bir yabancı bulursunuz. Ona şöyle demek istersiniz: "NEDEN? NEDEEEEEEEEEEEEN?!!!!!!". İşte bana göre güçlü kadınlar böyle zamanlarda kendilerini belli eder. Eğer ki büyük özenle yaratılmış o çirkinlik, anında düzeltilebilecek bir şey değilse; mesela saçınızın uzamasını beklemek zorundaysanız iki seçeneğiniz vardır. Bir: Bu konuyla hafiften dalga geçerek kendini kandırmak ve hayata devam etmek. İki: Banyoya kapanıp saatlerce ağladıktan sonra kaldığın yerden hayata devam etmek. İtiraf etmeliyim ki ben Monica kadar güçlü olamamıştım, ikinci yolu tercih etmiştim (tercih etmek de denemez, doğal bir çıldırıştı o). Annem kitlediğim kapıyı açtırmak için çilingir çağırmakla tehdit edince, 'aman çilingir beni böyle görmesin' diyerek ikna olmuştum.


İlk önce şu anı bir izleyin. Monica'nın saçlarından gittiği bir kuaför değil, Phoebe sorumlu. Demi Moore ve Dudley Moore arasında minik bir karışıklık yaşanıyor. Basit bir kavram karmaşası... Peh!


Demi Moore'un 'Ghost'taki saçlarını düşündüm 'Friends'in o bölümünü seyrederken. Ne kadar çok kadını kuaför yoluna sürüklemişti ve aslında ne kadar zor bir saçtı o! Geçtiğimiz iki sezon boyunca hayatımıza yeniden giriveren bu model, kimi kadına müthiş bir seksapel katarken, kimine 'saçlarını kestirmeye vakti olmayan matematik hocası' imajı kazandırmıştı. Benim favori Demi Moore saçım, 'Indecent Proposal'daki kütlek saç. Filmi de severim orası ayrı, ama Moore'un belirdiği her sahnede içimden 'bu saçı istiyorum' dediğimi net olarak hatırlıyorum. Kütlek saçta Moore'un en büyük rakibi ise '9 1/2 Weeks'deki haliyle Kim Basinger'dır bana sorarsanız. (En kısa zamanda o filmin en güzel karelerine de burada yer vereceğim)











































Peki kötü bir saç kesiminden sonra nasıl bir yolu tercih etmelisiniz?

1) Eğer ki kuaförünüz senelerdir gittiğiniz, sevdiğiniz bir kişiyse ona hemen küsmeyin. Tecrübenizi kazanca dönüştürün. Neyin hoşunuza gitmediğini uzun uzun anlatın. Muhtemelen kendini çok suçlu hissedecek, sizi dinlemekten sıkılmayacaktır.

2) Sakinleştikten sonra aynanın karşısına geçip saçınızla oynamaya başlayın. Bunu, saçın doğal haliyle yapmanız önemli. Neyle başbaşa olduğunuzu bir anlayın. Daha sonra farklı tarama şekilleri deneyin. Yana yatırın, geriye tarayın. Belki saçınızı güzelleştirmek için tek ihtiyacınız olan havalı bir perçemdir.

3) Ayna karşısında oynamak sonuç vermediyse firkete ve toka gibi araç gereçlerden faydalanmayı deneyin. Eğer saçınızı Pixie, yani kısacık kestirmediyseniz kendinize yakıştığını bildiğiniz o modele varmak için saçları toplayın, toparlayın. Kafanın iki yanını mümkün olduğunca darlaştırıp, tepeyi kabartmak her daim işe yarar.

4) Saçlarınızla oynama gibi bir fırsatınız yoksa o halde makyaja yükleneceksiniz. Kısa saç, gözleri ve dudakları ortaya çıkarır. Yeni saçınızı 'yeni bir imaj' olarak değerlendirmeye çalışın. Daha önce hiç fuşya rujlar sürmüyor muydunuz? İşte şimdi tam zamanı. Belki de eyeliner çekmeyi öğrenmenin vakti gelmiştir.

5) Tepkileri hiiiiiiç takmayın. Genelde bizde beğenilmeyen bir saç modeliyle karşılaştığında kadınlar şu soruyu soruyor: "Saçını mı kestirdin?" Saçın güzel olmuş, değil. Keşke kestirmeseydin, değil. Fena değil ya üzülme, değil. O zaman nedir bu? Ne demektir? Birini evden arayıp 'evde misin?' demekle aynı şeydir işte... Ne diyeceğini bilememekten kaynaklanan üç saniyelik arızadır.

6) Saçınızdan dolayı bunalıma girmek yerine kendinize ekstra özen gösterin. Yeni bir saç, çoğu zaman yeni bir gardırobu ya da hali hazırda var olan gardıroba yeni bir bakışı gerektirir.

7) Tüm bunlar işe yaramadıysa kendinizi şu şekilde teselli etmek zorundasınız: 'Daha kötüsü de olabilirdi'. Bir diğer sıkıcı teselli de şudur: 'Saç bu, uzar.'



İyi haftalar 10dakika'cılar!

23.6.12

Tak işte saçına bir çiçekler bir şeyler... !









































Bahar ve yaz böyle güzel bir şey işte... Neredeyse hiç makyaj yapmıyorsun, incecik bir eyeliner, belki biraz allık, dudaklarında saydam bir nemlendirici... Saçlarını özgür bırakıp en tepeye taze çiçeklerden yapılmış, görkemli bir taç takıyorsun. Hazırsın. Hangi düğüne, hangi partiye, hangi eğlenceli şatafatın içine gireceksen gir işte artık!



Cut By Fred sağolsun bu kızı keşfettim. Siz Fred'i henüz keşfetmediyseniz hemen şimdi tıklayın paragrafın en başına. Make My Lemonade de bir sonraki keşfiniz olsun. DIY (kendin pişir kendin ye) kültürü üzerine pek tatlı şeyler bulacaksınız bu gencecik tazecik blogda. Mesela Frida Kahlo anafikirli şöyle bir hoşluk...





























































Ben de stilini ve güzellik anlayışını beğendiğim Caroline Sieber'ın Ascot'taki şu halini paylaşayım sizlerle. 'Gelin' ya da 'bekar kız' başı... Saçları süsleyen çiçeklerden ya da o havada bir şapkadan daha feminen, daha hoş bir detay düşünemiyorum. Hani belki Chanel'in ıslak topuz arasına serpiştirilmiş doğal incileri yarışabilir bu konseptle...




20.6.12

Girls: Günümüz 'kızlar'ına soldan soldan bir bakış...























HBO'nun, ismi küçük kendi büyük dizisi 'Girls'ün ilk bölümünü izlemeden önce bu yapımın 'Sex and The City'nin boşluğunu doldurmaya çalışacak bir 'kız şeysi' olduğu kuşkusuna kapılmıştım. Neyse ki yanılmışım. New York sokaklarında, ama en çok Carrie Bradshaw etrafında dönüp dolaşan, aşk ve seks deneyimleriyle olduğu kadar moda/makyaj seçimleriyle de hayatlarımıza istemeden müdahale eden o üç kadına saygım sonsuz. Bugün, oturup tüm sezonları en başından seyredebilirim. Ancak Hannah'nın etrafında dönen üç kız, Jessa, Shoshanna ve Marnie başka bir hikaye. Daha cool, daha gerçek, daha "çiğ" bir yaklaşımı var 'Girls'ün. Bir kere ortada kilolu ve hiç de güzel olmayan bir baş karakter var.




























Hannah Horvath, güzelliğinin onu bir adım öteye götüremeyeceğinin farkında olan her kız gibi, sahip olduğu diğer hazineye yükleniyor: Zekasına. Mizah anlayışı son derece ironik, hayat hakkında hem kuşkucu hem de bilge tavırlara sahip, kalemi son derece kuvvetli bir kişilik Hannah. Ne yazık ki dış görünüşüyle ilgili yaşadığı güvensizliği yazı yeteneğine ve özel hayatına da yansıtıyor. Bu durum onun iki sallanıp bir yuvarlanmasına, üç ileri beş geri gitmesine sebep oluyor. Günümüz kadınının ayna karşısında acı çekip daha sonra ter içinde ve aç kalarak kilo kaybetmeye çalışması ya da 0 beden süpermodel kompleksi gibi hassas konulara karşı yağlı göbeğini, şişman bacaklarını ve sarkık göğüslerini tüm çıplaklığıyla gözümüze sokan Hannah'yı tanıdıkça ve sevdikçe daha güzel bulmaya başlıyoruz. Mesela ilk sezonun finalinde yaptığı dağınık topuz ve Clinique olduğundan şüphelendiğim makyaj malzemelerini kullanmaya karar verişi onu en acımasız eleştirilerden bile koruyabilirdi bence.




























Gelelim Marnie'ye. Hannah'nın en yakın arkadaşı olan bu kızı, Middleton ailesinin kızlarına benzetiyorum. Erkeklerin çok güzel bulduğu, kızların farkına bile varmayacağı bir güzelliğe sahip Marnie Michaels. Hayatındaki her şeyi derli toplu tutmaya çalışan, diğer kızlardan çok daha ciddi ve olgun bir hayat süren Marnie, kabuğundan sıyrılmak üzere olan bir karakterin ipuçlarını veriyor sezon boyunca. Güzellik anlayışı da gereğinden fazla derli toplu: Yandan örgüler, gözün içine çekilen beyaz kalem, yanaklarda NARS Orgasm ya da Douceur doğal pembe allık, her daim dudak renginin bir ya da iki ton koyusunda bir parlatıcı... Siz deyin mükemmel, ben diyeyim sıkıcı. Marnie'den pek hoşlandığımı söyleyemeyeceğim.






























Marnie, eyeliner ve maskarasız sokağa çıkmıyor ama aslında amacı bir şey sürmemiş gibi görünmek.


















































Gelelim kısa zamanda favori karakterlerimden biri olan Shoshanna'ya. Kendisi Jessa'nın 'Amerikalı' ve şehirli kuzeni. Diğer kızlara göre daha cici ve daha yüzeysel görünse de (evet, burada Charlotte York kırıntıları gördüğünüze eminim) Shoshanna Shapiro, her şeyi ortaya dökebilen ve kontrolün kesinlikle kendisinde olmadığı bir deli cesaretine sahip. Hayatında bir sürü ilkle buluşmak üzerinde olduğunun farkında ama bilmişliğinden de ödün vermiyor. Belki de bu yüzden en komik diyaloglarda mutlaka onun parmağı var. Shoshanna'nın ve onu canlandıran Zosia Mamet'in güzellik anlayışının da arkasındayım. Kusurlarını örtmek yerine güzel noktalara odaklanmayı tercih eden Shoshanna, bu anlamda bir sürü kıza örnek olabilir.


























Shoshanna'nın genelde gözlerinden eksik etmediği kuyruklu eyeliner'ını ve kalın kaşlarını ona çok yakıştırıyorum. CFDA'de Zosia Mamet'in kırmızı rujlu bir fotoğrafını görüp onu da beğenmiş, 'kız dizide göründüğünden daha güzel galiba' demiştim.



















































Dördüncü üyemiz Jessa, güzelliğinin gayet farkında ama o güzellikten neredeyse kurtulmaya çalışan bir kız. Kendisi upuzun deniz kızı saçlarına, alınmamış doğal ve gür kaşlara, son derece çarpıcı, 'baby blue' diye tabir edebileceğimiz, kocaman mavi gözlere sahip. Jessa'yı asıl güzel yapan şey ise tüm bunları sürekli riske atarak uçlarda gezinmesi. Üzerine vintage bir kimono geçirip, geyşa topuzunu yapıp, gözüne siyah eyeliner sürmekle yetinmiyor, bir de listeye iddialı bir ruj ekliyor. Bu halde arkadaşı Hannah ile güpegündüz parkta buluşuyor. Bazen ise tam ters köşeye yatıyor: Sıfır makyaj ve kendi haline bırakılmış özensiz saçlar. Kendine güven, İngiliz aksanı ve bohem mücevherler değişmezleri arasında.






























Hani şu 'bir dudak nemlendiricisi sürdüm de çıktım' tavırları, Jessa'da görülebiliyor. Çaba göstermeye karar verdiğinde ise sonuç hep teatral.






























Keşke herkes böyle gelin olsa. Jessa'nın çabasız saç ve makyajıyla birleştirdiği hippi, mini beyaz elbise, yanına bir çift gece mavisi stiletto aldı sürpriz şekilde 'evet' dediği sahnede.



























Dizideki kızların ve biz kızların kendimize has dünyasına harika bir göndermede bulunan şu alttaki tablo, dizinin her bölümünde başka bir renkte arz-ı endam ediyor. Ne iyi yapıyor.




15.6.12

En güzel renkler hep ondan çıkıyor





















Siz de bana katılıyorsanız şuraya göz atmanızda fayda var.

11.6.12

Makyaj ikonu






































Kemik yapısı ve zarafeti yüzünden bana hep Audrey Hepburn'ü hatırlatan Barbara Paley'nin bu makyajını yüzümden hiç çıkarmamak (hani hayal ya bu...) isterdim. Kemikler belirginleştirilmiş, göz kapakları doğal bir tonda gölgelendirilmiş. Ölümüne kirpik, oldukça kalın ama mükemmel çekilmiş bir eyeliner, doğal kaşlar ve dudaklar. Bir kadın için daha hoş, daha sofistike bir görüntü sanırım olamaz ve bu siyah-beyaz fotoğrafa bakarak söyleyebiliriz ki asla da olmamış.

Yarın, eğer tüm planlarım gerçekleşirse daha gür görünen kirpiklere (her ne kadar kirpik fakiri sayılmasam da söz konusu bu kısacık ve narin tüyler olduğunda hep daha fazlası hep daha fazlası gerek) bir adım daha yaklaşacağım. Sizleri tabii ki tüm detaylardan haberdar edeceğim.

Soru/Cevap






























Ben de uzun zamandır Clinique'in özellikle makyaj ürünlerinden çok memnunum senin de bir şans vermene çok sevindim. Bir dahaki sefere Vitamin C Lip Smoothie grubuna da bakmanı öneririm çok güzel renkleri var :) Aslında Clinique genel olarak ruj grubunda süper, ben çok seviyorum!!
casey23



Clinique'in rujları hakkında böylesi coşkulu bir yorumla karşılaşıp da şans vermemek olmazdı. Ben de 'dudak kliniği'ne kapandım, kendimi mint yeşili ambalajlara adadım ve Clinique standında saatler geçirdim. Neredeyse her ruju denedim. Geçen hafta çantama giren Chubby Stick'in en çok satan rengi Chunky Cherry, şu an her yerde tükenmiş vaziyette. Kendiminkini özenle korumam, bir yerde unutmadığımdan emin olmam gerek. Chanel Rouge Coco Cambon'la karıştırdığımda müthiş bir renk elde ettim. High Impact SPF 15, markanın sevdiğim bir başka serisi oldu. 13 numaralı Flamenco, yarı mat, dudağı kurutmadan rengini belli eden bir alev kırmızısı. Butter Shine Lipstick, adından da beklendiği gibi dudak üzerinde tereyağı kayganlığında, sürmek çok kolay. İçinde pembe tınıları da barındıran 434 Parisian Red'i sürdüğümde başka hiçbir şeye gerek kalmıyor. Doğal bir ten makyajı yapıp allıksız ve maskarasız kalmak, böylesine güçlü bir kırmızı için doğru seçim. Hmm, evet. Yine kırmızı etrafında dolandım. Şaşırdınız mı?

9.6.12

Noir Couture
















Bir maskara için ne güzel bir isim: Noir Couture. Givenchy, makyaj koleksiyonunu çıkardığı ilk günden beri teknoloji ve farklılık konusunda diğer markalardan birkaç adım önde gidiyor. Çok özel ihtiyaçlar için tasarlanmış özel ürünler sürüyor piyasaya. Maskaralarının rakipsiz olduğunu düşünüyorum mesela... Bu maskaralar gerek dokuları gerek fırça yapılarıyla bizleri daha önce hiç girmediğimiz sularda yüzdürüyor. Kıyıya vardığımızda ise yüzümüzde beliren memnuniyet gülümsemesini gizleyemiyoruz. Bugüne kadar kullandığım hiçbir Givenchy maskara topaklanmadı, dağılmadı, günün sonuna doğru kirpiklerimin üzerinde sertleşmedi. Yuvarlak top şeklindeki fırçasıyla makyaj çantamı fetheden Phenomen'Eyes, yerini markanın yeni maskarası Noir Couture'e bırakacak gibi görünüyor. Tek bir topun yerini, üç minik top alıyor bu kez. Girinti/çıkıntıların en minik kirpikleri bile yakalayacağını tahmin ediyorum, denemek için sabırsızlanıyorum. Sanırım bu maskara yaz sonunda (ya da belki beni şaşırtarak) yaz ortasında Sephora raflarındaki yerini alır.


O zamana kadar Liv Tyler'ın şu photoshop'lanmış kirpikleri ve Noir Couture için çekilen reklam filmiyle idare edin.


















































Hatta ve hatta reklam filmine geçmeden önce (eğer ki cilt üzerinde talk-pudra etkisi yaratmayan, yapay sim ya da pırıltılar barındırmayan, 'kaymak gibi' bir bronzer pudra arıyorsanız) markanın Healthy Glow Powder'ına da bir şans verin.



7.6.12

Parfümde yeni sürüm: İyi bir fikir mi?







































Alberto Morillas tarafından 1996'da yaratılan Acqua Di Giò'ya, parfüm dünyasından en uzakta duranların burunları bile aşinadır. Tüm baharatlı, odunsu, ten ve ter arasında gidip gelen maço parfümlerin hit olduğu bir dönemde, Giorgio Armani, üzerinden çıkarmadığı beyaz t-shirt'ü edasında tertemiz bir şeylere ihtiyaç duyup moda evi için 'Giò'nun Suyu'nu ısmarlamıştır. Hemen hemen her erkeğin bu kokuyu kullandığı dönemi net olarak hatırlıyorum. Aynı dönemde piyasaya çıkan kadın versiyonu da müthiş sükse yapmıştı, eminim bir çoğunuzun teninde kendine yer bulmuştu. Acqua Di Giò'yla ilgili en önemli detay, karşı cinslerin birbiri için yaratılan parfümü eşit derecede beğeniyor olmasıydı. Seksi parfüm tanımı, doksanların sonunda tamamen değişip daha saf, daha sade, daha 'ıslak' bir şeye dönüşmüştü. Tatillerini geçirdiği Pantellerie'den ilham alan Giorgio Armani parfümde rüzgar ve suyun kokusunu almak isteyince Morillas, deniz tuzu, acı turunçgiller, sentetik marine notalar ve biberiyeyi, parfümün temelindeki misk ve odunsu notalara tazelik katması için kullanmış. Bu sade ama etkili yorum sayesinde olacak ki Acqua Di Giò'nun buzlu cam şişesi de, gri ve modern harfler dışında hiçbir süs barındırmıyor.


Bu yaz Acqua Di Giò Essenza ile tanışıyoruz. Kanadalı model Simon Nessman'ı reklam kampanyasında görüntüleyen Bruce Weber, eski reklam filminin cazibesini bir doz arttırıyor. 'Seks' olgusu, siyah beyaz müthiş görüntülerin yanı sıra derin nefesler ve dalga sesleriyle (neredeyse) beş duyumuza birden hitap ediyor. Ben, bu yeni kampanyayı daha çok beğendim. Gelelim parfüme...


Orjinal Acqua ile yeni versiyon, neredeyse aynı. Bu parfümün de yaratıcısı Alberto Morillas. İlk kokladığınızda algıladığınız tek fark, Essenza'nın amber ve odunsu notalara sırtını yaslamış olduğu. Daha az okyanus, daha çok baharat. Bergamut ve greyfurt, Cascalone molekülüyle bir araya gelerek serin sulara sokuyor bizi, evet. Adaçayı, fesleğen, aromatik yasemin notaları ve floral etki yaratan bir başka molekülle birleşiyor. Buraya kadar neredeyse her şey, aynı. Bir süre sonra en dipte yatan baharat takımı kendini göstermeye başlıyor. Oldukça kalabalık bir takım bu: Sedir, esmer amber, ambrox, vetiver, paçuli ve kara biber. Tertemiz deniz suyuna katılan seksi ten kokusunu yaratıyor. Parfüm ısınarak sudan sıyrılıyor, 'ten esansına' dönüşüyor. İsmini de bence bu yeni duruşundan alıyor.




























Bir pazarlama stratejisi olarak tüm büyük moda evleri, kült parfümlerinin daha yeni, daha modern versiyonlarıyla sahne alıyor son senelerde. Bu çaba, hele bir de yeni yaratılan versiyonda kayda değer hiçbir değişiklik yoksa ve orjinal parfüm tüm görkemiyle yeniyi bastırmaya devam ediyorsa (Acqua Di Giò gibi) hiçbir şey ifade etmiyor bence. Aynı Acqua Di Gioia'da olduğu gibi (iki sezon önce de yeni kadın versiyonuyla tanışmıştık) Essenza da, gereksiz bir eleman olarak raflardaki yerini alıyor. Bize kâr kalan tek şeyse, yeni reklam filmi.












































Üstte orjinal Acqua Di Giò erkeğini görüyorsunuz. Henüz Nessman'ınki kadar androjen bir duruş istenmemiş. Denizden yeni çıkmış modern bir Adonis'le karşı karşıyayız. Buzlu cam parfüm dünyasında bir yenilikti, bu dokunuşu çok şık bulduğumu hatırlıyorum, hakkındaki fikirlerim aynı kalmaya devam ediyor.






























Size bir de bonus: Kariyerine modellikle başlayan (güzelliği dışında sinema dünyasına ne verebildiği tartışılır) aktris Diane Kruger, Acqua Di Giò'nun yüzüydü. Bu kampanyanın da en güzeller arasında yer almaya devam ettiğini düşünüyorum.






































E haydi, gitmeden şu reklam filmlerini de seyredin bari...




5.6.12

Güneşte bronzlaşmak ya da şehirde numara yapmak/İşte bütün mesele bu





































Ve işte geldiler! Sephora'nın bronzlaştırıcı pudralarını her zaman keyifle ve rahatlıkla kullandım. Öyle bir ton yakalamışlar ki neredeyse her cilt tipine uyum gösteriyor. Bronzlaştırıcı pudranızı asla tüm yüze uygulamayın, güneşe çıktığınızda yüzünüzde ilk bronzlaşan bölgeleri hedefleyin. Burnun hemen üstü, alın ve tabii ki elmacık kemiklerinin üzeri. Eğer amacınız yanık bir ten yerine kemiklerinizi ortaya çıkarmak ise fırçayı biraz daha aşağılara götürmeniz ve elmacık kemiklerinizin altından şakaklara doğru bir hat çizmeniz gerekiyor. Dağıtmayı unutmayın!

4.6.12

Bu ruju sürerken ayna kullanmaya gerek yok

























Bugüne kadar makyaj çantam, Clinique'in tek bir koleksiyonuyla ilgilendi: Black Honey. (Bilen bilir, içinde dore tınıları taşıyan harika bir mürdümdür Black Honey. Göz kalemi, ruju, far seti ve çok güzel bir maskarası vardır.) Bir de Bottom Lash Mascara çok ilgimi çekmişti ama nedense Türkiye pazarına giremedi bir türlü...


Geçtiğimiz Sephora çıkartmamda (bu kez alışkanlıklarımı bir kenara bırakıp yeniliklerle tanışma kararı aldım, iyi ki de öyle yapmışım, sizlere bomba gibi ürünler tanıtacağım) şu televizyonda durmadan reklamı dönen, herkesin bahsedip durduğu tombul kalemlere bir şans vereyim dedim.


Oysa ki Chubby Stick, bir dudak kalemi değil. Bir ruj değil. Bir parlatıcı değil. Bir dudak nemlendiricisi değil. Bunların hepsi! Evet, bu hikayeyi biliyorsunuz, ben de farkındayım. NARS, kaç sene önce mat versiyonlarını çıkardı bu tombişlerin, sonra onunla yetinmedi, dudak parlatıcı edasında daha light bir versiyon da sundu bizlere.


Chubby Stick'in en büyük farkı, sürerken bir aynaya ihtiyaç duymamanız. Kremli, yumuşacık bir yapıya sahip. İçeriğindeki mango ve shea yağı sayesinde dudaklarınız nemli kalıyor. Bir de müthiş kalıcı. Sephora'da sadece 8 tonu vardı. Benim dudağıma Whole Lotta Honey oldu bir tek. Richer Raisin ve Graped-Up yoktu. Dudak rengim koyu olduğu için şeftali, çilek ya da böğürtlen gibi yaz kokulu meyve renkleriyle aram pek iyi değil. Whole Lotta Honey, dudağıma sürdüğümde renk gibi durmuyor, dudağım dolgun ve kremsi gözüküyor. E bu numara da hoşuma gitmiyor değil...


Bir de Chubby Stick'i acil durumlarda allık olarak da kullanıyorum. Böylelikle yanaklarımın üzerinde parlak bir etki yaratıyorum.



























'E bir dakika, şöyle güzel bir kırmızı yok mu bu koleksiyonda' diye hayıflandığımı duymuş olacak ki Clinique, 8 yeni renkle beni baştan çıkarmaya hazırlanıyormuş... Hatta belki de ben size bu satırları yazarken yeni Chubby'ler (artık biraz sıkışarak ve itişerek) raflardaki yerini almıştır bile!


Yeni hedeflerimi sizlerle paylaşmak isterim: Two Ton Tomato, Voluptuous Violet ve Bountiful Blush. Chubby Stick'in yalnızca 49 TL. olduğunu da belirtirim. 'Ekonomik' ve 'mükemmel' o kadar uzun zamandır yan yana gelmeyi reddediyordu ki! Şu an ben de kendimi o reklamda uçuşan 'chubby'ler kadar hafif hissediyorum! Dünyada her 15 saniyede bir adet Chubby Stick satılmasına şaşmamak gerek. Touche Éclat'nın tahtına göz dikmiş olabilir mi bu tombul?




































Hmm... Şunu da eklemeden geçmeyeyim. Clinique Türkiye'nin Facebook sayfasına girecek olursanız kendi Chubby renginizi yaratarak bir yarışmaya katılabiliyorsunuz. Yarışma kısmı bence pek önemli değil de 'kendi rengimi yaratabildiğim' her şeye bir fırsat vermeye hazırım! Hadi bakalım, oyun vakti!


Ama önce şu videoları seyredin...


"On The Sunny Side Of The Street"





















Louis Armstrong ve Ella Fitzgerald'ın pek güzel söylediği bu jazz şarkısı, Diane Von Furstenberg'in Sunny Diane parfümünü kokladığımda kulağımda çınladı. Ayrıca Diane'in kendi el yazısıyla yazdığı 'parfüm, temel aksesuardır' cümlesine de yürekten katılıyorum. Geçtiğimiz kış raflardaki yerini alan floral Diane, nedense hak ettiği ilgiyi göremedi. Oysa ki 'güçlü bir kadın nasıl kokmalıdır' sorusuna verilmiş şık bir cevaptı kendisi.

Aynı orjinal Diane gibi sadece Sephora mağazalarında satılan bu yeni yaz versiyonunda, başroldeki frangipani çiçeğinin yanına mandalina ve taze turunçgiller gelmiş. Odunsu notalar, parfümün aquatic kimliği sayesinde yön değiştirmiş. Elizabeth Arden'in Sunflower'ını kullanmış ve şimdilerde özlüyor olanların Sunny Diane'e bir şans vermesini tavsiye ediyorum. Parfümü bir tablo olarak gözünüzde canlandırsanız, şöyle kocaman bir ayçiçeği tarlası düşleyebilirsiniz. Misk, parfümün kalbinde kalmaya devam ediyor. Sıcacık bir yaz gününde, deniz kenarına sürüklenmiş bir ağaç kabuğunun, mandalina ve frangipani ile sarılmış olduğunu da hayal edebilirsiniz Sunny Diane'in kimliğini anlayabilmek için...


Şişe, değişmemiş. Yazlık elbiseni giymiş sadece. Bir dönem çok sevdiğim Clinique Happy gibi, Sunny Diane'i de uzun uzun içime çektim ve kış boyunca etrafımı ikinci deri gibi saran odunsu baharatlara bir mola mı versem diye düşündüm.







Güzellik benim gücümdür (ve biraz da lanetimdir)




















Klasik bir masalın olabilecek en hoş ve estetik uyarlamalarından biriyle karşı karşıyayız. Eğer ki kardan beyaz teni, gül kırmızısı dudakları ve geceden siyah saçlarıyla mutlu mutlu gülümseyen saftirik Snow White'ın farklı bir yanıyla tanışmak ilginizi çekiyorsa vizyonda olan 'Snow White and The Huntsman'ı hemen görmelisiniz. Kristen Stewart'ın saç boyası konusunda sinemasever arkadaşım Deniz Tokgöz'le fikir birliğindeydik: Filmin başında kahverengi pırıltılar taşıyan, sonlarına doğru (prensesin içindeki savaşçı ruh kendini gösterdikçe) mavi siyaha dönen saçlar, öyle ya da böyle akmış boya görüntüsünden öteye gidemiyordu. Stewart'ın doğal güzelliğine söyleyecek söz yok, en yakın çekimlerde bile hem doğal hem kusursuz olmakta zorlanmıyor.











'Öyleyse burada neden bir tane bile fotoğrafı yok' dediğinizi duyar gibiyim. Charlize Theron'un olağanüstü kostümler ve harika bir oyunculukla taçlandırdığı şeytan kraliçe Ravenna varken kim bakar Pamuk Prenses'e? Kötülerin meraklı gözlere iyilerden daha güzel görünmesi kuralı, bu masalda da bozulmuyor ve kendimizi Ravenna'nın müthiş saç ve makyaj manzaralarında kaybediyoruz. Makyaj, film ekibindeki en kalabalık grubu oluşturuyor. Yaralar, yaşlılık, kötülüğün getirdiği çirkinleşme filan gibi masalsı dersleri, bizlere birinci sınıf görüntülerle öğretmenin ötesinde, Kraliçe Ravenna'nın moodboard'lara yapıştırılası karelerinden de onlar sorumlu. Theron, Dior'un yüzü olduğu için malzemeler de bu ünlü Fransız etiketini taşıyor olabilir.






























'Beauty is my power'ı (güzellik gücümdür), kraliçenin her cümlesinde bir alt metin olarak duyuyoruz film boyunca. Gücünü güzelliğinden alan her kadın gibi o da bu korkunç baskının esiri olmuş vaziyette. Aynasının önünde geçirdiği her saniye (orada fazlasıyla oyalanıyor) bir endişe kaynağı. Ravenna, kalın ve boğuk sesiyle 'mirror, mirror on the wall, who is fairest of them all' (ayna ayna söyle bana, kim en güzel bu dünyada) sorusunu her sorduğunda bu güzelliğin bir bedeli olduğunu/olacağını biz de kestirebiliyoruz.






















Süt banyosu efsanesi de masalda kendine son derece estetik bir yer buluyor. Charlize Theron'un tam kıvamında dolgun ve gösterişli, heykelsi silueti, güzel yüzüyle birlikte koyu ve kıvamlı bir süt tabakasının altında kayboluyor. (O sahnede süt banyosuna kendim de girebilmek istedim, ne yalan söyleyeyim... 'Şimdi cildi nasıl nemleniyordur, banyo sonrası nasıl ışıl ışıl parlayacak, acaba bu sütün içine başka neler konabilir' diye düşündüm.) Güzellik konusundaki takıntılarımız, güvensizliklerimiz, çok yukarılara konmuş hedeflerimiz de birer birer dökülüyor omuzlarımıza. Her ne kadar Ravenna'nın baş düşmanı yaşlılık ve zaman olsa da, muhteşem güzelliğine leke sürecek diğer etkenlerin de onu kolaylıkla bunalıma sokacağının farkındayız. Kraliçenin aynasında kendimize bakıyoruz biraz da...

Güzelliğimizi kabullenmeye ve sahip olduğumuzu sevmeye çalışarak...