31.1.12

Sabırsızlıkla bekliyorum






















Neyi mi? Benefit'in yeni fondöteni Hello Flawless Oxygen Wow ve Sun Beam Golden Bronze Complexion Highlighter'ı.

Fondötenin doğru renk seçimi ve uygulama yapıldığında en müthiş makyaj malzemelerinden biri olduğunu düşünüyorum. Çoğu kadının inancının aksine bir fondöten, illa maske etkisi yaratmak zorunda değil. Bir de son dönemde fondötenler, akıllı Alman arabaları gibi: Ciltteki leke ve kızarıklıkları örterken bakım da yapıyorlar, cildi onarıyorlar. İşte Benefit'in çok sevdiğim kompakt pudrası Hello Flawless'ın isminde 'oksijen' kelimesi geçen bir sıvı fondötene dönüştüğünü öğrendiğimde (pudra halen mevcut piyasada, korkmayın) heyecanlandım tabii. Benefit'in imzası haline gelmiş 'sağlıklı parlaklık', bu fondötende de mevcut diye okudum eleştirilerden. Kendi eleştirimi yapana kadar tavsiye edemem ama iddialı bir ürünle karşı karşıya olduğumuzu hissediyorum! Bir de Benefit, şu kimselerin beceremediği pompa işini çok güzel ayarlıyor. Tam kıvamında ürün çıkıyor ambalajdan dışarı, asla ziyan olmuyor.


Sun Beam ise Moon Beam'in altın tonlarındaki versiyonu, güneşe ve yaz günlerine yakın duranı. İçinde bulunduğumuz kış ve önümüzdeki bahar aylarında en çok ihtiyacımız olacak şey yani. Ben Benefit'in bu sıvı aydınlatıcılarını fondöten ya da renkli nemlendiriciyle karıştırarak kullanmak taraftarıyım, o zaman etkileri daha doğal oluyor. Ama siz elmacık ve kaş kemikleriyle burnun hemen üzerine, bir de dudak çizgisinin üstündeki o minik üçgene bir damlacık uygulayarak pırıl pırıl, ışıl ışıl bir görünüm elde edebilirsiniz.

Bir elime geçsinler de... O zaman daha detaylı bilgilendireceğim. Videoyu seyretmeyi de ihmal etmeyin.



30.1.12

Sadece tek bir kadını beğenebildiğim ödül töreni: SAG Awards 2012


























İşin içine biraz kıyafet katmazsam yorumlarım çok sevimsiz olacak. O halde SAG Awards'a özel olmak üzere makyaja bir doz moda katarak (genelde tam tersidir ya) ilerleyelim. Zoe Saldana kadar etkileyici fiziğe sahip olan bir kadının, gayet de hoş bir elbise içinde olmasına rağmen, saç ve makyaj konusunda başarısız oluşu üzücü.



























'Bridesmaids'de sevimli güzelliğiyle biz kızların tam puan verdiği Amerika'nın komik kadınlarından Kristen Wiig, seneler sonra 'choker' (tasma) modasını kırmızı halıya taşımış ve bence o kolyesiz çok daha güzel görünecek Balenciaga elbisesini lekelemiş. Saçları keşke bu kadar koyu olmasaydı. Ya da madem böyle bir koyuluk peşindeydi, gözlerini iyice küçülten bu göz makyajını biraz hafifletip dudaklarına yoğunlaşsaydı.




























'The Help'in Oscar adayı oyuncusu Jessica Chastain'in, saks mavisi Calvin Klein elbisesini çok beğendim. Mavi gözlerine safir küpeleriyle makyaj yapışı da hoş. Ancak bir şekilde o saç ve o makyaj bir araya geldiğinde zayıf bir etki yaratmış, doğal değil de yarım kalmış görünüyor.




























Farkındaysanız kötülerden iyilere doğru ilerlemekteyiz. Paz Vega'nın en güzel Latin'lerden biri olduğunu, hatta bununla da yetinmeyeceğim, en güzel kadınlardan biri olduğunu düşünüyorum. Penélope Cruz ve L'Wren Scott arasında gidip gelen bu gösterişli kadının, kıyafetine bir 'tamamdır' koyabiliriz belki ama o saç rengine ne demeli? Ballı kızıl tonlarıyla alaturka ve yaşlı bir görüntü çizdiğini düşündüğüm Vega'ya, boyasız, doğal, koyu kahve saçlarına dönmesini tavsiye ediyorum bir an önce.




























The Golden Globes'da Atelier Versace elbisesi ve kırmızı dudaklarıyla bir Hollywood primadonna'sının kusursuz portresini çiziyordu Angelina Jolie. SAG Awards'u daha yumuşak karşılamış ve en çok sevdiği siyaha dönmek için bir bahane olarak kabul etmiş. Bu sıvı görünümlü, akışkan kumaşları hiç sevmiyorum. Angie'nin siyah Jenny Packham'ını da sevmedim. Saçı yorum istemeyecek kadar özensiz, makyajı güzel. Neden o küpeleri taktın demeden edemiyorum. Neden o küpeleri taktın da her zaman sadeliğinle rol çalarken bu kez böyle karman çorman bir görüntü çizdin? Kişiliksiz ve gereksiz buldum. Altın Küre'deki durum değişmedi: Brad ve Angie yanyana gelip de 'Brangelina' olduğunda (bu söyleme her zaman güleceğim) kendimizi mumya müzesinde buluyoruz. O kadar güzeller. (Bu iyi bir şey mi bilinmez...)























































'Risk alıp eleştirilince hemen gerisin geri dönenler' isimli programımızın ilk konuğu Emma Stone. Kendisi Altın Küre'ye tam anlamıyla 'dumanlı' bir makyajla katılmış, biraz Rock biraz 80'ler imajı çizmişti. SAG Awards'da kızıl saçlarını başrolde bırakan, sade bir makyaja dönmüş. Yine aynı şekilde kısa saçlarına vintage bir saç bandı iliştiren Michelle Williams, kırmızı (ve son derece yaşlı) Valentino elbisesini aynı saç bandını çıkararak tamamlamış. Makyajını Altın Küre'den beri silmemiş olabilir, tam tamına aynı. Bu kızın saç bandı dışında bir konuda risk almasını bekliyorum. Mesela ne olurdu bu elbiseyle kıpkırmızı bir ruj sürse ve yüzünün tamamını çıplak bıraksaydı? 'Kırmızı elbiseye kırmızı ruj olur mu' dediğinizi duyar gibiyim ama o kadar açım Williams'dan gelecek başka bir makyaja... Siz anlayın artık...




























Marchesa'nın gümüş elbisesini ağır bir makyaj ve ağır bir topuzla birleştiren sözüm ona 'geek' Lea Michelle de Fashion Police'in ağır oklarına saplananlar arasındaydı. Elbisesi yine yaşlı ve gereksiz olmakla birlikte, saç ve makyajına diyecek bir şey bulamadım. Aslında ne yalan söyleyeyim, Altın Küre'de o saç ve makyajı biraz daha modern bir elbiseyle kombinlemiş olsaydı kendisini beğenmiş bile olabilirdim. Bu kez çapkın ve açık saçlarla boy göstermiş kırmızı halıda. Chanel'in Paris Pink olarak mimlediği o pembeyi de ruj rengi seçmiş kendisine.




























Gelelim tek beğendiğim kadına. Rose Byrne. Uzun perçemli küt saçlar her daim peruk taklidi yapmaya mahkum. O kısmı geçelim. Ancak ben, Elie Saab beyaz payetli tulumdan başlayıp, kumral saçlara ve o seksi kadın/kız çocuğu çizgisinin ne kadar ince olduğunu bilen saç modelini pembe yanaklar ve doğal makyajın vurguladığı gözlerle tamamlamaya kadar, SAG Awards gecesini 'damaj'sız geçen genç oyuncunun yaptığı her şeye varım! Kendim de denemek isterim. Kırmızı halı üzerinde 'saçlarımı yeni kestirdim, nasıl olmuş' diye soran ve bunu yaparken de 'Bridesmaids'de canlandırdığı o gıcık kızı hatırlatmayı ihmal etmeyen Byrne'e de buradan 'saçların çok güzel olmuş, merak etme' demek isterim.























Diane'den Dex'e

























Diane Keaton, kızı Dexter'a yazdığı bir mektupta şöyle demiş:

"Dexter, sen kahverengi saçlı ve kahverengi gözlü, üç yaşında bir kızsın. Carol Kane senin için, 'Oooo, hayır hayır, o kahverengi saçlı ve kahverengi gözlü bir kız değil, Dexter'ın ela gözleri ve kızıl sarı saçları var' diyor. Kathryn Grody senin sarışınlığın sınırlarında gezinen bir kumral olduğunu iddia ediyor. Renk körü Bill Robinson, kızıl diyor. 'Onun kızıl saçları ve yeşil gözleri var.' Yeşil gözleri mi? Sana tek söyleyebileceğim hepsinin yanılıyor olduğu. Senin, hayallerindeki minik prenses rolünü oynamanı bekliyorlar, kendi görsel ajandalarında senin için bir gelecek belirlemişler. Annem bile tüm hassasiyetini bir kenara bırakarak, 'Dexter, sarı saçlı bir melek' deyiverdi. Senin ne kadar özel bir yaratık olduğunla ilgili teorilere sahip. Özel mözel. Ben bu tip abartılı cesaretlendirmelerin kimseyi sağlıklı bir egoya götürebileceğini düşünmüyorum. Seni 'olağanüstü'nün dipsiz çukuruna göndermek çok fazla olur. Bunu bilecek kadar yaşadım. Hem kahverenginin nesi var? Senin, içinden her daim sevinç fışkıran kahverengi gözbebeklerine bayılıyorum. Dünyanın yeniden güzel bir yer olması için tek yapman gereken onları açmak ve bana bakmak. Kahverengi güzeldir. Toprak kahverengidir. Chocolate Labrador Retriever köpekler kahverengidir. Ayılar kahverengidir ve senin gözlerin en güzel kahverengi. Seni mitleştiren o ekibin bir parçası olmayı reddediyorum. Seni saçmasapan umutlarla başbaşa bırakmakla kalmıyor onlar, her şeyden önce gerçek değiller. Oh, unutmadan, bir söz daha. Benim yaptığım gibi başkalarının beklentilerini karşılamak için çabalamayacağına söz ver. Bunu yapma Dex. Kaygan bir yamaç. Kahverengi kahverengidir. Bunu kabullen.
Seni seviyorum,
Annen"


Then Again, a memoir, Diane Keaton


1996'da evlat edindiği Dexter'ın saçları, büyüdüğünde gerçekten de açık kumral/sarışın olmuş olmasına ama gençliğinde kendi fiziğini asla beğenmeyen ve uzun yıllar boyunca Bulimia Nervosa ile savaşan Keaton'ın bu söyledikleri sanki ben Dexter'mışım gibi hafızama kazındı. Ne kadar güzel ve gerçek bir yaklaşım. Keaton, kitapta kendisinin geç büyüyenlerden biri olduğunu söylüyor. 50 yaşından sonra anne olduğunda insan, böyle bir dürüstlük ve açıklıkla çocuk büyütebiliyor demek ki. Paragrafı ben Türkçe'ye çevirdiğim için bazı gariplikler olabilir, mazur görünüz. Bu yazının amacına odaklanınız:


Kendi güzelliğimizle ilgili Keaton'laşalım. Aynaya baktığımızda gördüğümüz şeyden yalnızca bir tane olduğunu, onun da bize ait olduğunu bilelim. Bunu kendimize hatırlatalım.


İyi haftalar 10dakika'cılar!





29.1.12

Kar kış ve bir keşif






























Tüm ağaçların dallarından daha da kuru olduğunu hissediyorum cildimin. Ayrıca boğazımın da. Sıkıcı tarafları bir kenara bırakalım da şu yukarıdaki fotoğrafın güzelliğine bakıp (Vogue arşivinden) keşfime gelelim. Bepanthen merhemi (krem değil merhem) köpeğim Gofret'in nasırlarına ve bu tip kuru günlerde dudaklarıma sürerim genelde. Karlı İstanbul gecelerinin ikincisinde cilt temizliğimi yaparken o kadar kuru bir ciltle karşı karşıya kaldım ki elimdeki Bepanthen tüpünü neredeyse sonuna kadar sıkarak (yanlış anlatmış olmayayım, yarısından azı kalmıştı) tüm cildime sürdüm, fazlasını da silmeden yatağa yattım. Sabah bebek gibi bir ciltle uyandım. Sıfır yağ sıfır parlaklık. Kış aylarında çok kuru ciltlerin haftada bir, normal ve karmaların ise ayda iki kere bir kür olarak uygulamasını tavsiye ediyorum.

26.1.12

Gaga'yı beğenmek






























ELLE UK'in Ocak sayısında (ve daha başka bir sürü dergide) bence kendine haklı bir yer edinen Lady Gaga'nın şu yukarıda gördüğünüz hallerini, seksi nude makyajını çok beğenmiş ve bunu size söylemeyi unutmuştum. Buyrunuz. Saç, Moroccan Oil için Frederic Aspiras'a, makyaj James Kaliardos'a, manikür ise Aya Fukuda'ya ait.

23.1.12

Express/DIY






















Sephora Express'in boş plastik kutularından her boy ve her şekilde birer tane satın almış ancak seyahat aktivitelerinde de bulunmama rağmen bir türlü kullanma fırsatı yakalayamamıştım. Her gün düzenli spora gitmeye başlamış bir insan olarak işte sonunda şans bana da güldü. (ha ha ha). Evet biliyorum, hiç komik değil.


Komik olan şu altta gördüğünüz eldivenler. Komik olan güzellik blogları arasındaki paralellikler. Tam bir 'kendi saçını kendin boya' yazısı yazmak üzereyken bir de ne göreyim... Into The Gloss da takmış eldivenlerini eline. Benimki sadece bir bakım cilası, onunki de dip boyası. Kuaförlerimizi hala seviyoruz ve onlara hala ihtiyacımız var. Abartmayalım.






22.1.12

Ah Cameron Vah Cameron*


























* Başlığı değiştirmek için elimden geleni yaptım, kendimle savaştım. Çünkü:
1 Kötü bir başlık.
2 Cameron Diaz'ı çok severim. Onun hakkında saçlarını tamamen kazıtsa bile ah, vah filan gibi kelimecikler sarfetmem. Ne de olsa kendisi turkuaz taşının, kocaman kahkahaların, doğal sarışınlığın ve doğal makyajın, geyik yapabilen kadınların (koltuk altını eteğiyle silip sonra da özür dilediği o ödül törenini hatırlayın) en önemli Hollywood temsilcisidir.
3 'There's Something About Mary'i 'Ah Mary Vah Mary' olarak çeviren o umutsuz zihniyetin reklamını yapmak istemem.


Ama yeni saç kesimiyle ilk olarak Altın Küre'de görücüye çıkan Miss Diaz'ı hayatımda ilk defa hiç beğenmedim. O bob, biraz daha uzun kesilemez miydi? Normalde bu saç kesimini (yukarıda gördüğünüz boyda) çok severim. O kesimin altında daha minyon, daha feminen bir kemik yapısı gördüğüm sürece...

Belki haksızlık etmiş olacağım (çünkü Cameron Diaz çok daha genç) ama göze alıyorum (ne de olsa o başlığı atmış bulundum bir kere), bakınız alttaki fotoğrafa. Sonra bir alttakine de bakınız. Çeneye kadar inen, yanakların tam ortasında pat diye bitmeyen bir küt kesim hayal ediniz gözlerinizle. Size de daha güzel görünmüyor mu bu hayali saç kesimi?










































Cameron Diaz'ı bu son saç kesimiyle Mary rolünde görmüştük seneler önce. Jöle olarak ne kullandığını pek çoğunuz hatırlayacaktır, ben tekrar etmeyeceğim... (hihihihihihi)

















Cameron Diaz'a iyice yaşlandığında daha da çok benzeyeceğini düşündüğüm Ellen Barkin'in ismini de verdiği 'Barkin bob'u (altta) tavsiye etmek isterim. Azıcık daha uzun, gözün üzerine düşen asimetrik perçemle (kakül mü desem perçem mi, ikisi de aynı derecede sevimsiz geliyor kulağa) hatları yumuşatan bir küt kesim... Bakalım bir ay sonra Cameron'un saçlarını ne halde bulacağız... Her saç kesimine kendisine gelmesi için en az bir hafta en çok bir ay tanımak gerekiyor ne de olsa.


20.1.12

Kadife dudaklı kadın



























Sizden başlıktaki cümleyle bahsetseler hoşunuza gitmez miydi?


Ruj, makyaj dünyasında en az ihtiyaç duyduğum ama en çok sevdiğim ve bu nedenle de en çok satın aldığım malzeme. Küçücük ambalajının içine bu kadar büyük bir etki sığdıran başka ne var bilmiyorum... 'Bir rujla değişir her şey'. Tırnak içine aldım, çünkü doğru. Neredeyse özlü söz niteliği taşıyor.


İşte bu yüzden Chanel Rouge Allure Velvet'ten daha önce neden hiç bahsetmediğim konusu bir muamma. Mat ruj, dudakları çok çabuk kuruyan benim gibiler için sorunlu bir üründür. İlk yarım saat her şey çok iyi gider ama daha sonra aynayla sürpriz bir karşılaşma sonucu fark edilir ki o ruj dudakta kurumuş, büzüşmüş, sahte bir 'yaşlı kadın dudağı' taklidi yapmakta.

Chanel'in (oldukça) dar bir renk skalasıyla piyasaya sürdüğü Rouge Allure Velvet, bu sorunun üstesinden geliyor. Mat ama kremsi bir yapıyla dudakları gerçekten de kadife gibi gösteriyor.


La Ravissante ve La Distinguée, bej tonlarında. La Raffinée ve L'Exubérante, benim hiç anlaşamadığım pembolardan. La Sensuelle, La Fascinante ve La Somptueuse, kırmızı ve mürdüm arasında gidip gelirken, en sevdiğim renk L'Exquise, kahverenginin dudağa dönük bir tonu. Son dönemlerdeki favorim kendisi.


Şu altta gördüğünüz fotoğraf beni kendimden geçiriyor.






























Mat kahverengi ve gülkurusu gibi renkleri şu aralar çok seviyorum ama Taylor Tommasi Hill'in yaptığı gibi kızıl saçlarıyla turuncuya dönük kırmızıları böyle güzel taşıyan kadınlar gördüğümde de hemen kıpkırmızı rujumu sürmek istiyorum. Sevimsiz ve ultra-gri kış aylarını daha güzel renklendirecek başka ne olabilir ki?





18.1.12

Oh honey!

Şu sıralar sürekli yaptığım bir şey:
Saçlarımı yıkarken şampuanımın içine biraz bal katmak. Ayrıca yüzümün kuruduğunu hissettiğim zamanlarda da aynı kavanozdaki balı yüzüme bolca sürüp bekliyorum. Sonra da buzdolabından çıkardığım soğuk maden suyuyla duruluyorum.
Çok memnunum, siz de buyurun.


15.1.12

The Golden Globes: Evet/Hayır oynuyoruz, hazır mısınız?


























'Hayır'lardan başlayalım 'evet'lere doğru ilerleyelim. Adını bu yaşlı ötesi saç ve makyajına baktıktan sonra öğrendiğim Ariel Winters'ın (yukarıda) seçimleriyle ilgili fazla da bir şey söylemeye gerek yok. O kendini çizgi çizgi belli eden balyaj ve maşalı saç her şeyi özetlesin. Göz kapağını somona bürüyüp bir de üzerine morlar atmak hangi senede kaldı? Bu da benden makyaja. Sevgilerle.





























Claire Danes de nedense bu işi bir türlü beceremeyenlerden. Bir şey var ki onda, bana her sene bir kere daha 'hayır hayır hayır!' dedirtiyor. Hep yaşından büyük, hep gereksiz yere yaşlı.




























Emma Stone'un bu ağır makyajlı görüntüsü beni ekranda o kadar da rahatsız etmemişti. Şimdi fotoğrafa bakınca çok gereksiz buldum bu zorlama güzellik halini. Sanki göz makyajı yapılmaya başladıktan sonra bir şeyler kontrolden çıkmış ve makyör... duramamış bir yerden sonra.






















Birazdan (yani bu satırların bitiminde) kadınların yakın plan çekimlerde olduklarından ne kadar daha çirkin çıktığını üzülerek fark edeceksiniz. Ewan McGregor gibi erkeklerin ise ne mesafeden çekilirlerse çekilsinler 'güzellik'lerinden bir şey kaybetmediğini kıskançlıkla inceleyeceksiniz.





























Giuliana Rancic'in yaptığı gibi, dudakları ultra-nude tonlarla yok etmeye hayır. Diş ve dudak arasındaki o ince çizgi asla bu kadar ince olmamalı, açık ve seçik görünmeli. Yanılma payı bırakmaya hayır. Yoksa böyle tuhafımsı manzaralar çıkıyor ortaya.





























Lea Michele (fotoğraflar hep bir üstte) için ne diyebilirim? Susayım daha iyi. Cher'in en kötü dönemlerini taklit eder bir hali var.



























Maria Menounos'un özenle yaptırdığı, bu tarzda kocaman topuzlara hayır! Ek saçla yapılan topuzlara hayır! NO!




























Mia Farrow kırıntılı, Marilyn Monroe edalı güzelliği dikkat çekici Michele Williams'ın, evet. Ancak Art Deco mücevherli (çok hoş bir parça, inkar etmiyorum) o saç bandına, hayır. Gerçi kendisini kabul konuşması sırasında beğenmeden edemedim yine. Bu 'strawberry blonde' saç rengini de destekliyorum. Aklımın Williams'ın koyu renk kaşlı platin saçlarında kaldığını ise sizden gizlemiyorum.





























Natalie Portman da bu işi bir türlü beceremediğini düşündüğüm bir başka isim. Kocaman bal rengi gözleri pek güzel ama sizlere de sanki 'Black Swan'ın setinden bir çift lens çalmış da onları takıvermiş' gibi gelmedi mi? Bir de o saçlar nedir? Neden öyledir? Bilinmez...





























Üstteki fotoğraf da yorum kabul etmiyor. Kısaca şöyle demek istiyorum:NO.

























Hmmm... Bu seneki Altın Küre Ödülleri'nde hiç beklemediğim şeyler başıma geldi. Mesela Angelina Jolie o kadar kusursuz ama bir yandan da heybetli bir güzellik seçimi yapmıştı ki, kendisini beğenmeden edemedim. Genelde yastık dudaklarını ten rengi rujlarla kamufle ederdi, bu kez kırmızıya bürümüş. 'Evet'lerimizin açılışını Brangelina'yla yapıyoruz. Her ne kadar Brad Pitt'te makyaj izlerine rastlanmasa da bir araya geldiklerinde birbirlerini daha da güzelleştirdiklerini, daha da önemlisi en doğal pozlarında bile bizleri Madame Tussauds'da hissettirdiklerini itiraf etmek gerekiyor.


















































Charlize Theron'un solgun ama dolgun seçimine de benden koca bir evet. Ancak bu kadar güzel bir kadının alabileceği bir risk bu. Gözlerde uzaktan hiç fark edilmeyen dore bir far ve maskara var. Dudaklarda ise elbiseyle aynı renkte, çok ama çok uçuk bir pembe. Taptaze ama bir o kadar da kadınsı bir duruş.




























Glenn Close'un yaptığı gibi doğallık, kırışıklık, zarafet ve Armani Privé ile yaşlanmaya evet! 40'ları yeni tırmanmaya başlamış yüzler bile estetik kurbanı olmuşken (Nicole'cüm yaş yüzünden yırttım sanma, lafım en çok sana) eğer bir müdahale yapılacaksa da onun kıvamında bırakılmasını diliyor gönül.





























Jessica Biel'in (alın işte, başka bir 'ben bunu nasıl yaptım, nasıl bu kızı beğendim' sürprizi) olgun elbisesini dengeleyen sade saç ve makyajına evet. En çok da bu yeni çikolata rengi saçlarına evet.



























Julianne Moore'un kusursuz saç ve makyajına evet. Yaşına göre davranmaya, genç kız taklidi yapmak yerine olgun ve ihtişamlı bir kadın gibi görünmeyi seçmeye evet!




























Kelly Macdonald'ın geceye damgasını vuran metalik/pul/payet hastalığını neredeyse duştan çıkıp sıkı sıkı toplanmış gibi duran saçlar, pürüzsüz bir ten (bu kızın o teni sağlamak için fazla çabaladığını düşünmüyorum, 'porselen' tanımına uygun) ve hafifçe renklenmiş dudaklarla dengelemesine koca bir evet. Aynı Biel gibi modern görünümün denklemini çözmüş görünüyor o da. Ağır makyaj+sade kıyafet veya sade makyaj+kıyafette ağır etki.

 
























Reese Witherspoon da aynı Angelina Jolie gibi beni şaşırtan isimlerden. California'nın bağrından kopup gelmiş, doğal ve ışıl ışıl bir sarışın gibi görünmeye evet. Yapılmış bir saç ancak bu kadar doğal görünebilir. Makyajı o kadar ustaca uygulanmış ki estetik yaptırdığından kuşkulandım.







































Rooney Mara'ya kocaman bir evet! Bu kız, size uzun uzun bahsettiğim gibi son dönemlerde güzellik alışkanlıklarıyla beni en çok heyecanlandıran isimlerin başında geliyor. Bu seçimini de çok etkileyici buldum. O ıslak saçlar, arkadan kuş kanadı gibi çıkmış o minik at kuyruğu ve aynı etkiyle gözleri saran upuzun kirpikler. Aynı o verdiğim kocaman evet gibi fotoğrafı da kocaman açıyorum.



























Bir başka 'baby blue', şirinlik muskası Zooey Deschanel ise, Nicole Kidman'ın gençlik günleri ve Eva Green'in bugünü arasında gidip gelerek pek flörtöz, pek 50'ler, pek hoş bir tablo çiziyor. Hatta aslında şöyle demeliyim: Tarzından ödün vermeden, eksantrik seçimlerine de sahip çıkarak hoş olmayı bir kenara bırakıyor, düpedüz güzel olmayı seçiyor. Saç ve makyaj anlamında benim için alternatif bir favori oldu kendisi.


Saat beşe beş var. Tüm bunları ve daha başka birçok şeyi daha sonra konuşuruz 10dakika'cılar. Günaydın hepinize!




Kampanyalar burada bahar nerede?





























Vakti gelmişti. Şubat yaklaşınca gözüm hemen bahar kampanyalarını aramaya başlar. Şimdi... Chanel'in  yukarıda gördüğünüz pembo ve sevimli kampanyasını (markadan hiç beklenmiyor ya böyle hareketler, benim gözümde absürd bir güzelliği var bu tarz hareketlerin) anneannem Mefisto'ya ithaf ediyorum. Daha bugün bana 'Ayşecan senden başka kısa saçlı kız kaldı mı etrafta, uzat artık' diyordu. İşte bak anneanneciğim, senin pek beğendiğin Chanel, kısa saçlı kızlara doyamıyor. Saskia'dan sonra bu Michelle Williams kılıklı Parizyen kızla karşı karşıyayız.

























Dior'un dünyasında yumuşak bir pastellik hakim. Morlar, lilalar, pembe ve somonla birleşerek romantizm sinyalleri veriyor. Bahara yakışır, itirazımız yok. Amma velakin biraz daha orjinal bir tablo çizebilirdi...






























Ürünlerini kullanmaya başladıktan sonra marka olarak daha da saygı duyduğum Givenchy, pastoral ama son derece cesur (e biraz da 80'ler) bir koleksiyonla karşımızda. Böyle kampanyaya ya da uzaktan minnacık ürünlere bakmakla olmaz. Deneyip öyle yargılamak lazım.

































Chanel Chance'ın daha kaç rengi ve kaç versiyonuyla tanışacağız bilmiyorum. Yeşil, pembe derken... Şimdi de enerjik turuncuya teslim oluyoruz. Vanessa Paradis'in kuş kafesi içine girdiği No:5 kampanyasına göz kırptığını düşünüyorum Chance'ın. Bu, en başından beri böyleydi. Şu uçuşan tüller, o renk ve siyah/beyaz babetlerle çizilen portre... Kokudan yükseldiğini hayal edebildiğim turunçgillerle bezeli, tazecik esans... İçimi umutla dolduruyor. Bir gün bahar gelecek ve sonra yerini yaza bırakacak!