8.8.11
Zıt kutuplar birbirini çeker (sonra ne yapar diye sordunuz mu hiç?)
Aslında sizlere şimdi tanıtacağım bu iki zıt kutup bir araya gelmek istemiyor. Estée Lauder'nin Sensuous macerasının son bölümünde nazikçe bir kayanın üzerine tüneyen İsabeli Fontana ile Givenchy'nin karanlık çiçeği rolündeki Mariacarla Boscono'nun ne kadar iyi anlaşabileceği konusunda şüphelerim var... öte yandan en keyifli arkadaşlıklar (sadece aşk için söylenen bir şey değil bu yani) böyle karışımlardan çıkmıyor mu?
Estée Lauder'nin şişe ve ambalaj tasarımı konusunda pek talihsiz bir marka olduğunu düşünüyorum. Aynı şeyi Lancome için de düşünmüşümdür hep. Sensuous Nude, biber, hindistancevizi, sandal ağacı ve bal notalarıyla 'mis gibi bir ten kokusu' yaratmanın peşinde. Kullananı çepeçevre saran, fakat yapay parfüm havası estirmeyen bir esans. Hani sanki siz zaten öyle kokuyormuşsunuz gibi...
Riccardo Tisci'nin önderliğinde yaratılan Dahlia Noir ise ismini hayali bir çiçekten (ve gerçek bir cinayet öyküsünden, bknz Black Dahlia) alıyor. Givenchy'nin ilham perisi Mariacarla Boscono, üzerinde simsiyah ve incecik bir şifonla objektife ölüm perisi edasında bakışlar atıyor. Seksi, gizemli ve oldukça tehlikeli bir kadın yaratılmış.
Hanginiz Dahlia Noir'ın 'bir ilkbahar günü' gibi kokmasını bekleyebilir?! Koku 'pudralı çiçek' olarak tanımlanmış. Oysa benim burnuma oryantal tınılar geldi daha ziyade. Pembe biber, mimosa, gül, zambak, paçuli, sandal, vanilya ve tabii ki tonka, bu kara çiçeğin notalarını oluşturuyor.
Şişe, maskülen. Sade ve zamansız. O maskülenliğin içini dolduran pembe sıvı, bence harika bir kontrast yaratmış. Kalkanlarının, dikenlerinin altında, zarif ve kırılgan bir ruh barındıran Givenchy kadınına ithaf edilmiş.
Son olarak sizleri Mariacarla Boscono'nun geçmiş senelerden kalma şu Givenchy pozuyla başbaşa bırakıyorum. Dahlia Noir'ın tohumları bence o zaman atılmış.