21.1.11
Makyajsız bakkala bile gitmem!
Açıkçası bazı karelerde makyajsız hallerin makyajlı versiyonlardan çok daha güzel ve genç göründüğünü düşünüyorum. Ancak bugün Jennifer, uyuşturucu kaçakçısı tipolojisine (makyajlı ya da makyajsız) birebir uyan kocası Anthony'e dönüp 'arabada çantamı unuttum, gidip alabilir misin, makyajsızım, dışarı çıkamam' dediğinde... Onu anlayışla karşılarım. Ne de olsa kadın her saniye fotoğraflanıyor. Yukarıdaki örnekte görebildiğimiz hain karşılaştırmaların kurbanı oluyor sonra... Oysa ki makyajsız performansı da, o ifadenin de zalim bir seçim olduğu kanaatindeyim, gayet iyi.
Güzel ya da değil, hadi Jennifer'ı anlıyorum. Peki bize ne oluyor? Kimse peşimizde değil, hiçbir yerde takip edilmiyoruz. Rahat ve kendi başımızayız. Kapatıcı, fondöten, parlatıcı gibi malzemelerimiz olmadan şehirde bir gün geçirip, aynı özgüven ve rahatlıkta sosyalleşebilir miyiz? Sizce?
İtiraf etmek gerekiyorsa (e tabii ki benim itiraf etmem gerek, yazıya başlayıp sonra kaçak oynamak yok) ben sıfır makyajla bir noktaya kadar dayanabiliyorum. Mesela bugün saat altıya kadar makyajsızım. Akşam bir yemeğe davetliyim. Saat, altı buçuğu gösterdi mi, yüzümde her şey yerli yerine oturmuş olacak. Doğru yerde ışık, doğru yerde gölge...
Bu arada bir kadının en büyük eleştirmeninin kendisi ve başka bir kadın olduğunu, erkeklerin çok makyajlı kadınlardan hiç hoşlanmadığını, en avangard adamın bile eninde sonunda sade ve duru bir güzelliği tercih ettiğini... Yani işte bu tür tüm klişelere kulaklarımızı tıkarsak... Makyaj yapmanın zevkine varmış bir kadını bu ritüelden neredeyse hiçbir şeyin mahrum bırakamadığını fark ederiz.
Coco Chanel kırmızı rujunu sürmekten asla vazgeçmemiş. O ruj, bir yaşam işaretiymiş adeta. Ruj sürüldü mü? Tamam, her şey yolunda. Anneannem, mavi göz kalemini her daim sürer. Üzerine bir de kırmızı ruj ekler o da.
Pazar sabahında, İstanbul'un 'gözde' semtlerinden birinde, kahvaltı saatlerinde, iki tip kadına da rastlıyorum. Sıfır makyajlılar ve eyeliner'a kadar tüm makyaj gereklerini eksiksiz tamamlayanlar... Sade ve duru görünüm, iyi temizlenmemiş ve bakılmamış bir cilt, göz kenarında unutulmuş çapaklardan oluşuyorsa... Çok teşekkür ederim, (en azından kahvaltım bitene kadar) almayayım. Kabare makyajını, yani fondötenin ekmeğe bolca sürülmüş bir krem peynir tadında karşımıza çıktığı o ultra-çabayı da reddediyorum. İkisinin ortasında bir yerlerde durmayı başarmış kadın ise bana şu mesajı veriyor: "Benim için keyifli ve mutlu bir pazar günü. Giyindim, süslendim, şu anı da keyifle yaşıyorum."
Bir de yaşımız büyüdükçe (30'la birlikte her şeyi yuvarlıyoruz galiba) 'güzellik' konusundaki fikirlerimiz de biraz değişiyor sanki... Yine birinci tekil şahısta konuşayım, size atmayayım disko topunu. Diri ve fit bir vücudu 'elde etmek' gerektiğinin farkına varıyoruz otuzlu yaşlarımızda. Filmlerde gördüğümüz o mükemmel silüetin acısız elde edilmediğinin de gayet farkındayız. Selülitsiz bacaklara, süpermodel ölçülerini çoktan geçmiş olsalar bile, beğeni ve takdirle bakıyoruz. Zarifçe yaş almayı beceren bir kadın (doktor doktor gezmeden, bıçak altına yatmadan) bize umut veriyor. Bakımlı bir kadın olmanın, makyaj yapmaktan ziyade, düzenli spor yapmak, manikür-pedikür seansını fazla aksatmamak, iyi bir kuaför bulup soğru saçı kestirmek, cilde ihtiyacı olan her türlü doğal bakımı vermekten geçtiğini artık anladık. Anladım. Tüm bu aktivitelerin ne kadar zaman ve para gerektirdiğini de bizzat deneyimlemiş olduğum için çıtam, 20 yaşındaki halime kıyasla, elimin daha rahat uzanabileceği bir yerlerde...
Bugün, makyajsız bakkala giderim. Bakkala, spora, belki sabah kahvaltısına... Peki ya sergi açılışına, konsere, akşam yemeğine... Şansımızı fazla zorlamayalım olur mu?
Penelope ve Cindy'de durum gayet iyi. Hatta bu kadınlar akşam yemeğini de makyajsız kotarır bence...