11.7.11
Esans itirafnamesi
New West'i hatırladıktan sonra, bugüne kadar (artık nasıl olduysa) ilk parfüm konusuna hiç değinmediğimi fark ettim. Oysa ki bir kadının hayatında ilk parfüm, ilk öpücüğe yakın bir yerlerde durur, özel ve güzel bir şeydir; kadın hissettiren bir 'fıs', geleceğimize dizilmiş heyecanlarla ilgili mis kokulu bir işaret, dişi varlığımızın onaylanmış esans raporudur ilk parfüm. En samimi ve cesur kararları çocukların verdiğini göz önünde bulundurursak, 'lolita' hallerimizle elimizi attığımız ilk parfüm de, kimsenin ne dediğine (ve aslında nasıl koktuğumuza da) bakmayarak, içtenlikle arzuladığımız bir şeyi ele geçirmenin keyfidir.
Ben ilk parfümümün kokusunu tabii ki hatırlıyorum ama ismini kesinlikle hatırlayamadım. 14 yaşımda, İtalyancamı geliştirmek için yollandığım İtalya seyahatinden beni çok heyecanlandıran üç şeyle dönmüştüm: Bir yavru köpek, Naj-Oleari makyaj seti ve ana notası karabiber olan ilk parfümüm. Şişesi biraz New West'e benziyordu ve içinde 'Poivre' (biber) kelimesinin geçtiğini hatırlıyorum. Muhteşem kokuyordu! Belki de bu yüzden L'Artisan'ın Marais'deki butiğinde saatlerce Poivre Piquant kokladım. Le Labo'nun Londra için yarattığı ve bu 'biberli' şehre armağan ettiği Poivre 23 hep 'acaba bir şişe ısmarlasam mı' dedirtti bana.
Ama 'ilk parfümünüz neydi' sorusuna cevap veren tüm 80'li yılların çocukları gibi benim de ikinci şişesine geçtiğim ilk parfümüm Cacharel'in romantik mucizesi Anais Anais'ti. 1978'de yaratılan bu parfüm, taze ve pudralı bir çiçek buketiydi. Portakal çiçeği, sümbül, gül, beyaz zambak ve yasemin, amber ve sandalı çevreliyordu. Dört usta burnun bir araya gelerek yarattığı Anais Anais, satış rekorları kırmıştı. Duty Free'nin en nadide çiçeği olmuştu.
Fransa, ergen kızların kalbine giden kokulu oku fırlatmıştı fırlatmasına ama aynı 8 Hour Cream'le olduğu gibi (hani şu tüm makyörlerin çantasından çıkarmadığı, yaraları iyileştiren, cildi nemlendiren mucize krem) Sunflowers'ın neşe ve gençlik dolu kokusuyla, Amerika'nın en eski kozmetik devlerinden Elizabeth Arden de bu savaşta geride kalmıyordu. Amerikan parfümlerinin ana teması tazelik olduğu için, bu ülkeyi ilk parfüm anlamında sollamak biraz zor zaten. David Apel'in 1993'te yarattığı parfüm, turunçgiller etrafında şekilleniyordu. Portakal, mandalina, bergamut, kavun ve şeftali notalı Sunflowers'ın aslında ayçiçekleriyle pek bir alakası yoktu, daha ziyade güneşte geçirilen bir kır gününü simgeliyordu. Çiçeksi tek notası, gül ağacıydı.
Cabotine, orta son, lise dönemime denk geliyor. Arkamda oturan Filiz, buram buram Cabotine kokardı ve ona çok yakışırdı. Umarım değiştirmemiştir parfümünü. Yine satış rekorları kıran bu parfümden, yıllar içinde göstermeye devam edeceği yüksek performans beklenmiyordu aslında. Cabotine için ayrılan reklam bütçesi çok düşüktü. Yeşil bir parfümdü ve yaratıcısı Jean-Claude Delville'den çok zor bir şey bekleniyordu: Baharın ilk günü gibi kokan ama teni asla terk etmeyen bir parfüm. Himalayalar'ın eteklerinde yetişen bir zambak türü, bu iş için biçilmiş kaftandı. Armut, erik, karanfil, frezya ve menekşe gibi serin çiçekler, parfüm dünyasının efsanevi notası sümbülteber (tuberose), misk ve sedir, Thierry Lecoule tarafından tasarlanan cam çiçeğin içini dolduruyordu. Cabotine, bugün hala bulunabiliyor.
Yaprak anlamına gelen Calyx, zamanı için fazlasıyla sofistike ve katıksız bir kokuydu. Çarkıfelek meyvesi (passionfruit) başroldeydi. Sophia Grojsman'ın Amerikan markası Prescriptives (bu markayı telafuz etmek en büyük İngilizce sınavlarından biri olmuştur) için yarattığı Calyx, şişesinin sadeliği, parfüm dünyasına kazandırdığı yepyeni kalp notasıyla, dünyaya on yıl erken gelmiş bir bebek gibiydi. Mandalina, bergamut, mango, guava, nane, müge, zambak, yasemin, kavun, siklamen, misk, frambuaz ve kadife çiçeğinden oluşan bu zengin kokteyl, 80'li yılların ortasından başlayarak bugüne kadar ismini sayıklayan bir sürü müdavim kazandı. Bana hep votka-limon edalı DKNY'ı hatırlatan Calyx, parfüm dünyasının en hoş hediyelerinden biri bence.
Yeniden Fransa'ya dönüyoruz ve bir kere daha Cacharel diyoruz. Cacharel, parfüm konusunda oldukça iddialı bir moda evi; Anais Anais, LouLou, Eden, Noa gibi klasiklere imza attı. LouLou, muhteşem şişesi ve egzotik/seksi formülüyle sessiz sinemanın efsanevi aktristi Louise Brooks'a ithaf edilmişti. Yazının sonunda izleyebileceğiniz reklam da işte tam buradan geliyordu. Ben LouLou'yu hem kutusu (o zamandan bir çiçek deseni meraklısıydım) hem de şık şişesi yüzünden satın almıştım. Mimoza, Tiare çiçeği, Ylang-Ylang, Tonka çekirdeği, tütsü, sandal, vanilya ve süsen kökü gibi kadınsı notaları, ne o zamanki ruh halime ne de tenime yakışmıştı. Tenin de zamanla değiştiğini ve yıllar önce kullandığınız bir kokuyu bugün denediğinizde çok farklı kokabileceğini biliyorsunuz değil mi 10dakika'cılar?
Annelerimiz gibi kokmak isteyen bizlerin bir diğer ilk parfümü de Givenchy'nin pudra kokulu Amarige'iydi. 'Amariiiij', ultra Fransız bir parfümdü. Mimoza, Ylang-Ylang, gardenya ve diğer beyaz çiçekler etrafında dönen bu koku, sentetik bir başarıydı. Çoğu kadında bitmek tükenmek bilmeyen alerjilere sebep olmuş, Givenchy'nin burnumuzla yaptığı bu 'evliliği' bir daha düşünmesi gerekmişti. Ortaokulda Türkçe hocamız kullanırdı Amarige'i, sınıfa her girdiğinde bir anne kucağı esintisi yayılırdı etrafa.
Yine annelerimizden ödünç alıp bir daha da asla geri vermek istemediğimiz Samsara, esans itirafnamesinin son oyuncusu. Bu muhteşem parfüm, bugün hala masamın üzerinde durur, seksi hissettiğim ya da hissetmek istediğim gecelerde bana eşlik eder. Bir Guerlain klasiği olarak tanımlayabileceğim Samsara, Jean Paul Guerlain tarafından yaratılmış odunsu ve oryantal bir parfümdür. Reenkarnasyon, yeniden doğum döngüsünü anlatan bu kavramla parfümünü vaftiz eden Guerlain'in amacı, 1989 doğumlu Samsara ile makyaj ve parfümü fazla kaçıran kadınlara yeni bir esans yolu açmaktı aslında. Oryantal notalarla şekillenmiş olmasına rağmen, Samsara, şaşılacak derecede modern ve sofistike bir kokudur. Limonlu bir başlangıcı, yasemin, odunla tütsülenmiş zambak, menekşe ve narin bir gül notası takip eder. Tonka çekirdeği, sandal, amber ve misk parfümün ana notalarıdır.
Aklıma gelen (ve sizin de yazdığınız) diğer ilkler arasında Chanel No:5, Red Jeans, Benetton, L'Air Du Temps, Clinique Happy (en sevdiklerimden), Issey Miyake gibi güzellikler de var. Henüz bu konuda fikir beyan etmemiş olanlara da soruyorum: Sizin ilk parfümünüz neydi? Şu iki reklamı izledikten sonra hemen yazın buraya!
Ah ne güzel bir post bu.Anais Anais'in kokusu hep burnumdadır ve Eden tabiki... İlk parfüm gerçekten unutulmuyor benim ilk parfümüm Joop'u elmalı =))
ReplyDeleteİlk parfümüm Anais'diiii:-))) Halaaa demirbaşlarım arasında da EA sunflowers'ı kullanırım.Hep o vardır bende:-)) Bir zamanlar da kışın ne çok Lou Lou kullanırdım.Hey gidi gençlik:-))
ReplyDeleteçok güzel, çok nostaljik bir post olmuş...beni yıllar yıllar evveline götürdü...amarige / givenchy! ahh ahh..vallahi kalbime dokundun, ilk parfümümdü!
ReplyDeletehttp://gozdenin-gozunden.blogspot.com/
bu postu okurken burnuma annemin de kullandigi bu parfumler geldi :) benim ilk parfumum clinique happy di. bir de o siralar hediye gelen versace'nin cocuklara ozel parfumu vardi pembe siseli :)
ReplyDeleteAnais'i o kadar iyi hatirliyorum ki.. Benim ilk parfumum PiuPiu idi, keske simdi yine olsa, gidip alirdim!
ReplyDelete